30 Eylül 2010 Perşembe

ÜNLÜ İNGİLİZ KADIN CASUS’UN ADANA’DA NE İŞİ VARDI!


  -İngiliz kadın casus, Gertrude Bell, 22Nisan 1905 cumartesi günü Anavarza’dan ayrılarak Çakaldere yolundan Adana’ya geldi.
   -Adana’ya Taşköprü’den girerken elindeki fotoğraf makinesi ile şehrin görüntülerini çekti.
    -Adana’da İngiltere konsolosluğu ve temsilcileri ile görüşmeler yaptı.
    -Adana’dan trenle Tarsus’a doğru yol aldı.

   22 Nisan 1905 Cumartesi

Saat 5’te kalktım. 6.30’da ayrıldım Anavarza’dan. Yanımda bulunan Kiepert haritasına bakarak yakındaki Mercimek köyünü buldum ve yolda ilerlemeye başladım. Anavarza yakınlarında bir Çerkez köyü de  vardı. Mercimek’te Sultan’a ait bir çiftlik arazisi vardı.Hayvanlar otlatılıyordu. Öğle üzeri ulaştık Mercimek’e. Yanımda bulunan onbaşı ve tüccar ayrıldılar. Mısır tarlaları ve yeşillikler arasında ilerleyerek Ceyhan nehri kıyısına ulaştık. Birdenbire yükselen tepenin üzerinde Yılan kalesini gördüm. Ve oradan Çakalderesine doğru gittim.”
    Gertrude  Bell,  sessiz ve sakin bir şekilde Adana’ya Sarıçam yolundan giriş yaptı. Atının ayağında yağan yağmurlardan dolayı  yolları kaplayan çamurun izleri vardı.  Adana’ya Taşköprü üzerinden yürüyerek giriş yaptı. İçinde bulunduğu tarihi şehre hayran kaldı. Elindeki fotoğraf makinasını Seyhan nehri kıyısındaki Tepebağ’a doğru çevirdi. Ve görüntüyü fotoğrafa yansıttı.  Sonra kendisini karşılayan Adana’daki İngiliz Konsolosluk elemanları ile buluştu. Şehirde kısa süren gezinti yaptı. Daha önceden ayarlandığı üzere Vali Bahri Paşa’nın makamına ziyarete gitti. Vali ile samimi bir görüşme yaptı.  Ve İstasyonda kendisini hazır bekleyen tren vagonuna binerek Tarsus’a doğru yol aldı.
     Buraya kadar yapılan açıklamalar meraklı bir arkeolog, gezgin ve fotoğrafçı genç güzel bir kadının hatıralarını içeren notlarından elde edilen bilgilerdir. 1905 yılı Nisan ayı ortalarında Kadirli üzerinden Çukurköprü ve oradan da Anavarza’ya kadar gelerek tarihi ören yeri kale ve zafer kapısını yerinde gören fotoğraflayarak belge arşivine dahil eden bu genç kadının adı Gertrude BELL idi.
     Hayat hikayesinin çözümlemeleri ise şaşırtıcı bilgileri yansıtıyordu. 1868 yılında İngiltere’de doğan, demir çelik fabrikaları sahibi ülkenin en zengin sanayicilerinden İsaac Lowtian Bell’in torunu olan bu genç hanımefendi’yi hayatının baharında Anavarza harabeliklerine kadar getiren, harabelikler arasında çadır kurup  sivrisinekler ve yılanlar arasında gezinti yaptırarak araştırmalar yapmasının gerekçeleri neler olabilirdi?
     Sadece Anavarza mı? Hayır. 1890’lı yılların sonlarında geldiği Osmanlı ülkesinde özellikle kutsal belde olarak tanımlanan Kudüs ve civarını dolaştı, Ürdün, Lübnan, Şam, Halep, Fırat nehri kıyılarını izleyerek Bağdat, Basra’ya… ORADAN DA Musul-Kerkük yöresi ile Nuh’un gemisinin bulunduğu Cudi dağı eteklerine, Kürt aşiretlerinin yaşadığı  vadilere… Sonra Diyarbakır’a ve oradan da Urfa’ya , Antakya’ya,Doğu Akdeniz kıyısındaki İskenderun, Payas ve Erzin ovasındaki gözeneler olarak bilinen su kemerlerine, Toprakkale’ye, Bodrum/ Kastabala kalesine uğramış… Kars/Kadirli kasabasındaki tarihi Alacami’yi yerinde görerek fotoğraflarını almış ve yönünü güneye çevirerek Çukurköprü üzerinden Anavarza’ya gelmişti.
    Bu genç ve güzel saçları alnına dökülen hanımefendinin gezisi yıllardır sürüyordu Osmanlı coğrafyasında. Sonra Adana’ya ve oradan da Tarsus’a Taşlık Kilikya’nın antik dönemlerden kalan harabeliklerine ve oradan da karaman, Konya taraflarına hatta İstanbul’a kadar uzanmıştı. Hep dolaşıyordu. Kendisine göre “ORİENT” (Doğu/Şark) olarak bilinen coğrafyasında yaşayan insanların tarihi kültürü sosyal yapısı onun için önemli idi.  Gezinti yaparken yanında rehberleri, güvenliğini sağlayan silahlı korucuları, her gittiği erde yerel yöneticiler nezdinde iyi karşılanmasını sağlayan İngiltere’nin siyasi misyon şeflerinin  desteğini görüyordu. Londra moda piyasasından aldığı şık kıyafetlerin bulunduğu bavulda özel eşyaları vardı: giysileri, makyaj malzemeleri, konserve yiyecekleri vb gibi. İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi ile Osmanlı’nın önemli şehirlerinde bulunan konsolosların referans mektupları yanında idi.  Arka planda ülkesi İngiltere’nin Başbakanı,hatta kralının bile yakın desteği vardı. Gençliğinde özel eğitim almış, Oksford Üniversitesi tarih bölümünü başarı ile bitirmişti.

REFORM SONRASI ADANA BELEDİYESİ DE KURULUYOR

     -Osmanlı yönetimi Çukurova’da yüzyıllar süren çatışmalara son vermek amacıyla 1865 yılında Fırka-i Islahiye adındaki reform ordusunu  Adana’ya gönderdi.
     -Halk üzerinde baskı düzeni kuran ve devlete başkaldıran derebeyler sürgüne gönderildi.
      -Adana Valiliği bünyesinde şehirde imar çalışmaları başlatıldı ve Belediye hizmetleri canlandı.

1861-64 yılları ABD’de iç savaşın yaşandığı, Avrupa’da tekstil ekonomisinin ham madde kaynağı olan pamuk ihtiyacını karşılayamaz olduğu bir zaman dilimidir. Batımlı ülkeler için özellikle İngiltere ve Fransa açısından Doğu Akdeniz’de Kilikya (Adana) Mısır gibi toprakları verimli bir bölgedir. Osmanlı’nın  toplumsal sorulara çözüm bumlamadığı Adana bölgesine yapılacak bir dış müdahale sonrası burada Ermenilere yarı bağımsızlık verilmesi halinde önemli stratejik gelişmeler olabilirdi. 1850’li yıllarda İngiltere’nin İstanbul elçilik tercümanı Pizzani’nin Kozanoğlu’nun yaşadığı bölgeye askeri müdahale yapma isteği Babıali tarafından “Yabancı eli girer” düşüncesiyle red edildi (6).
     1864 ve ertesi 1865 yıllarında Padişah Abdülaziz’e bağlı Meclisi Hassa’da  Adana başta olmak üzere Güney Anadolu’da geniş kapsamlı reform yapılması düşüncesi ele alındı. Yabancıların kışkırtması sonucu  giderek kontrolden çıkma tehlikesi ortaya çıkan Ermeni sorununa da çözüm bulmak gerekiyordu. Ve sonuçta Çukurova’da yeni düzeni kuracak “Fırka-i Islahiye” ordusunun kurulmasına karar verildi. Fırka-i Islahiye göçebelikten yerleşik hayata geçmeyi sağlayacak “Reform Ordusu” anlamına da geliyordu.  Fırka-i Islahiye’nin askeri kumandanlığına Derviş Paşa, sivil yönetim amirliğine de Ahmet Cevdet paşa getirildi. Seçkin askerlerden oluşan Fırka-i Islahiye 1865 yılı İlkbahar mevsiminde İskenderun limanına geldi. Öncelikli olarak Devlet otoritesini tanımayan derebeylere çağrı yapıldı: “Devlete bağlılık göstermeleri” istendi. Fırka-i Islahiye öncelikle Gavurdağları yöresinde askeri harekatlarda bulundu. Ulaşlı aşiret beyleri ile anlaşma yapılarak dağlara sığınmış halk yeniden ovaya indirildi. Osmaniye kazası kuruldu. Benzer şekilde Kars-ı Zülkadriyye adıyla belgelere yazılan Kadirli yöresinde dağlarda mağaralarda yaşayanlar ovaya indirildi. Kadirli ilçesi ve ova köyleri kuruldu. Kozanoğulları ile temas sağlandı. Kozanoğlu Ahmet Paşa, mülkleri karşılığı “maaşlı  yer değişimine” razı oldu. Ancak Kozanoğlu Yusuf Osmanlıya teslim olmadı. İsyan etti. Çatışma sonrası öldürüldü.
    Fırka-i Islahiye 1865 yılı içerisinde toplumsal reformu gerçekleştirmede önemli başarılar kazandı. Çukurova’da çok sayıda kasaba ve köy kuruldu. Köylülere Amerikan pamuk tohumları dağıtıldı.  Tarım, ticaret ve eğitimin gelişmesi için önemli yatırımlar gerçekleşti. Adana şehrinin gelişmesini engelleyen toplumsal engeller kaldırıldı.  Adana için “Yeni vilayet” düzeni kuruldu. Bu arada Tanzimat sonrası Batılı usulde Belediye yönetiminin de temelleri atıldı. Yönetimde sivil Belediye başkanının görev yapması benimsendi. Bu bakımdan Adana Vilayetinde Belediye’nin kuruluş tarihi de 1865 yılı gösterilebilir.
Adana Sancağı 1866-68 yıllarında Halep vilayetine bağlı idi. Ama yeni düzenleme sonrası 1868 yılında Adana vilayeti kurulmuş oldu. Merkez Adana Sancağı ile birlikte  Cebelibereket (Osmaniye) , Kozan, Tarsus, Silifke Sancakları da Adana vilayetinin parçaları idi.
Adana Belediye Başkanlarının Listesidir

  1. Osmanlı Döneminde Görev Yapanlar

-Said Efendi: 1868-1870
-Gözlüklü Süleyman Efendi: 1870-1877
-Bezdikyan kirkor Efendi: 1877-1879
-Sinyor Artin: 1879-1881
-Hacı Yunus Ağa: 1881-1882
-Bağdadi Abdülkadir Efendi: 1883-1884
-Ahmet Tevfik Bey: 1884-1886
-Sırkıntılı Hacı MustafaEfendi: 1886-1888
-Ramazanoğlu Kasım Bey: 1890-1891
-Debbağzade Hacı Ali Efendi: 1891-1895
-İbrahim Rasih Efendi: 1895-1899
-Hacı Yunuszade Ali Efendi: 1899-1903
-Ramazanoğlu Suphi Paşa: 1903-1906
-Ramazanoğlu Tevfik Kadri Bey: 1906-1908, 1918-1919
-Murtaza Efendi: 1908-1913
-Süleyman Vahit Efendi: 1913-1915
-Cemal Bey: 1915-1918
-Hafız Mahmut Efendi: 1920-1921
-Şıh Garipzade Kemal: 1921-1922
-Dıblanzade Mehmet Fuat:1922

  1. Cumhuriyet Dönemi Belediye Başkanları

-Ali Münif Yeğenağa: 1922-1926
-Turhan Cemal Beriker: 1926-1938
-Yusuf Ziya Özbakan: 1938
-Vedat Güçlü: 1938
-Kasım Ener: 1938-1946
-Fazlı Meto: 1946-1947
-Hazım Savcı: 1947-1950
-Daniş Arıkoğlu: 1950
-Numan Güreli: 1950
-Zahit Akdağ: 1951-1954
-Ali Sepici: 1954-1955, 1959-1960,1963-1967
-Ali Bozdoğanoğlu: 1955-1956
-Hilmi İncesulu:1956-1958
-Galip Avşaroğlu: 1958-1959
-Albay Talat Sungur: 27 Mayıs 1960-6 Temmuz 1960
-Gaffur Soylu: 6 Temmuz 1960-7 Ekim 1960
-Mukadder Öztekin: 1960-1963
-Erdoğan Özlüşen: 1967-1973
-Ege Bagatur: 1973-1977
-Selahattin Çolak: 1977-1981
-Kurmay Albay Nuri Korkmaz: 1981

ADANA BELEDİYESİ TEŞKİLATLANIYOR

Adana Belediyesinin modern teşkilatlanması 1865 reformundan sonra gerçekleşti.
    -Belediyenin ilk yangın söndürme ekibinde su tulumbacıları görev yapıyordu.
    -Belediye Meclisinde Ermeniler de görev almıştı.

     Osmanlının kuruluş döneminde şehirlerin Belediye Başkanına “Şehir emini” adı veriliyordu. Şehrin en güvenilir insanı anlamına gelen…İstanbul’daki Şehremini semtinin adı da oradan gelmektedir. 19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde şehirlerin belediye hizmetleri önemli ölçüde Vakıflar tarafından yerine getiriliyordu.
    1868 yılında Belediye nizamnamesi yayınlandı. Belediyenin on dört dairesi olacak ve Belediye Başkanı olabilecek “Reis” halk tarafından seçilecekti. 1871 yılında yayınlanan Vilayet nizamnamesinde Belediyelerin çalışmalarının esasları da benimsenmişti. Vali veya Mutasarrıfın görev yaptığı idari alanda Belediye Meclisi de kurulacaktı. Belediye Meclisi  memurlar arasından seçilip üye sayısı altı olacaktı. Belediye meclisi’nin içinden seçilen bir kişi vali tarafından onaylanarak Belediye Başkanlığı görevini yapacaktı.  Belediye meclisi’nin üyeleri ikişer yılda bir seçimle değişecekti.  Belediye Meclisinde Müslüman olan ve Müslüman olmayan üyelerin sayısı eşit olacaktı. Vilayet  Mühendisi ile Hükümet Tabibi  Belediye Meclisinin müşavir üyeleri arasında olacaktı.  Belediye Meclisine üye olmanın şartları ise cinayet suçundan mahkum olmaması, medeni haklara sahip olması, zabıtadan ve memurlardan olmaması, 25 yaşa ulaşması  şartı aranıyordu.
Belediye Meclisi’nin görevleri 1871 yılı nizamnamesinin 124. maddesine göre imar denetimi, yol ve kaldırım yapımı ve onarımı, su yollarının bakımı, kentin düzen ve temizliğinin sağlanması, ulaşım araçlarının temini ve yangın tulumbaları bulundurmak olarak benimsenmişti.  Belediyenin koyduğu yasaklara uymayanlara para cezası veriliyordu.
     Belediye Meclisinin yönetim ve Maliye işlerini Vilayet İdare Meclisi onaylıyordu. Belediye Meclisi üç ayda bir kayıt ve hesaplarını Valilik İdare Meclisi’ne denetimine göndermekle yükümlüydü. Bu yüzden belediye yönetimlerinin Valilik sistemi içinde bağımsızlığı ve özerkliği söz konusu değildi(1).
    Adana Belediyesi’nin kuruluşu tarihi olarak 1865 yılını esas almak doğru bir görüştür. Çünkü Adana eyalet yapısından vilayete dönüştürülmüş, yüzyılların sosyal ekonomik çatışmaları Fırka-i Islahiye’nin askeri müdahalesi ile sona erdirilmiş, Tanzimat reformlarına uygun olarak yeni yönetim birimleri kurulmuştur. Vilayet merkezinde Vali, kazalarda ise kaymakamlar “Belediye hizmetlerini” yürütmüşler daha sonra Belediye Dairesi adı altında düzenlemeler yapılarak hizmetler sürdürülmüştür.

     Adana Belediyesinin teşkilatlanması hakkında ilk resmi bilgiler Rumi 1289 (miladi-1872) yılında yayınlanan Adana Vilayet Salnamesinden elde edilmiştir.  Adana Valisi Naşid Paşa’nın görev yaptığı sırada bastırılan Salname’nin  Adana Belediyesi bölümünde:
    “Reis: Ömer Sabri Efendi
      Muavini (Yardımcısı) :Yunus Ağa
      Azalar: Hamid Ağa, Hacı Mahmud Efendi, Odik Efendi, Artin Ağa, Hoca Musa,
      Katip: Behram efendi,
      Sandık Emini:Sarkiz Efendi.

      Adana Belediyesi’nin müşavirleri arasında
      -Memleket hastanesi tabibi:Mösyö Beraşkomopoli
      -Kontrat Katibi:Hasan Efendi
      -Mimar Kalfası: Kirkor
      -Tulumbacı:İsmail Ağa
        Adana Belediyesinde üç aded tulumba ve 30 nefer tulumba vardır (2)
     Adana Belediyesinin kuruluşunda en önemli hizmet şehirde olası yangınlara karşı tulumbacıların müdahalesidir. Dar sokaklar ve ahşap evler konakların bulunduğu Adana’da  en önemli sorun yangın olarak görülmektedir.
     Adana Sancağının Durumu

    Adana Sancağı’nın durumu hakkında 1872 tarihli Salnamede yapılan açıklamalar şehir merkezi ve civarının idari, sosyal durumu hakkında bilgiler vermektedir. Salnamede yer alan bilgiler:

     “Adana Sancağı, üç kaymakamlığa ve yedi nahiyeye ayrılmıştır. Sancağın merkezi, vilayetin de merkezi olan Adana şehridir. Adana memleketi 38 derece arzında (enleminde), Seyhan nehrinin batı tarafında bulunur. Şehrin vaktiyle hakimi bulunan Ramazan zade Halil ile Piri Mehmed Paşa’nın eserleri olarak çok sayıda cami, mescid,medrese ile  imarathane (aşevi), Misafirhane vesaire bulunup bunlarda imarat yeri islahhane (çıraklık okulu  merkezi) yapılmıştır.
    Yaptıran Ramazanoğulları ile sülalelerinden Meahmed Şah ve Mustafa Beyler ile  kadınlardan çok sayıda hanım memlekette bulunan Büyükcami namıyla adıyla bilinen caminin kıble girişi taraflarında bulunan kubbe içinde medfundur(mezarları vardır).
     Adı geçen cami muntazam bir tarz  üzere yaptırılmış ve halen mamur ve ibadete açıktır. Bunlardan başka memleket içinde bazı hayır sahipleri imar işleri olarak büyük ve küçük maümur ve harap olmuş üç adet cami, mescid ve mektep, 25 medrese vardır.
     Seyhan nehri köprü kapısının karşısında birde  büyük bir kale harabesi var ise de  bu kale harap olarak yalnız bir kule kaldığına ve memleketin en havadar yerinde bulunduğuna dayanarak oraya muntazam surette bir memleket hastanesi inşa ettirilmiştir.
     Bu memleketin çarşısı dört kapılı büyük ve kargir hamam ile hayli dükkan ve han ve mağazaya müştemil olduğu gibi birde kargir kışla debboyu (deposu) vardır.
    Memleketin dört bir tarafı bahçelik olduğu gibi  Seyhan  nehrinin aşağılı yukarılı iki tarafında birer saat  mesafe uzaklıkta bahçeler bulunup, işbu bahçelerde her çeşit sebze yetişir. Memleket içinde  ihtiyaçta kullanılır. Nehrin suyu gayet hafif ve lezzetli ise de aksine  havası çok kötüdür.
    Bu memleket yaklaşık 2408 hanede 8709 islam ve 1550’de 5230 Hristiyan nüfusu bulunur.
(Not Adana şehir merkezi nüfusu Hanede 5 kişi bulunsa  toplamda İslam/Türk sayısı 12040’ı bulmaktadır. Çoğunluğu Ermeni olan Hristiyanların sayısı ise 7750’dir. Bu sayıya bakarak 19. yüzyılın ortalarından itibaren adana şehir merkezinde Ermeni/Hristiyan nüfusun giderek arttığı sonucuna varabiliriz.)
     Adana kazası ve nahiyeleri 355 mahalle,köye sahiptir. Bunların hepsi Müslüman ve gayrı Müslim (Hristiyan)  31.270 nüfusa sahiptir.
Köylerde her türlü ziraata uygun arazi vardır. Zahire çeşitliliği olarak susam, pamuk ekilir. Başlıca ürünü arpa, buğday, susam, pamuk olmasıyla bunlardan susam hem Adan kazası içinde sarf edilir, denizden de ihraç edilir. Pamuk ürünü dahi Anadolu ve Avrupa tüccarları tarafından satın alınarak gönderilir. Pamuk ürünü yerinde işlenen  çırçır denilen aletler vasıtasıyla ayrıştırılmakta olduğu halde birkaç seneden beri vapur kömürü ve odun  ile kullanılır fabrikalar yapılarak  bunlar vasıtasıyla ayrıştırılmakta bulunduğu çok fazla yarar görülmektedir.
    Seyhan nehri üzerinde dolab olmak üzere 53 adet dakik (çalışır) değirmenler olduğu gibi bir de şehir içinde vapur kömürü kullanılır altı taşlı bir değirmen yaptırılmıştır.
Seyhan nehri on saat uzağında Akdenize dökülür.
     Adana Sancağında batı tarafı Akdeniz ile sınırdır. İki iskelesi vardır. Birisi Mersin iskelesidir. Bu iskele Adanaya 15 saat mesafede olduğundan muntazam ve korunaklı limanı yok ise de Anadolu havalisine münasebeti bulunduğundan ithalat ve ihracat bütünüyle buradan yapılır. Birisi de Karataş iskelesidir. Bu iskele Adana’ya 10 saat mesafededir. Muntazam limanı, alamet ve eserleri mevcut ve meşhur ise de dolmuş ve fenalaşmış olmasıyla  gemi barınmak değil fırtınalı havada kazazede olmamak imkansızdır” (3)
  1. Halil İbrahim Kaplan,  Salnamelere Göre Adana Vilayeti, mezuniyet tezi, s. 35
2.                        2. Adana Vilayet Salnamesi Hicri-1289 (miladi-1872), s. 45
3.                        3. Adana Vilayet Salnamesi-1289, s.49-53

ADANA BELEDİYESİNİN KURULUŞU

Adana şehri yüzyıllar yaşanan aşiret kavgaları sonucu 19.yüzyıl başlarında harabe durumdaydı.
     -1850’li yılarda Adana’nın şehir nüfusu 15.000 civarındaydı.
     -Adana şehir merkezinde zaman zaman geceleri kale-kapısı kapanarak eşkiyaların saldırısı önlenmeye çalışılırdı.

     Öyle Bir Şehir Düşünün ki!...

     19. yüzyılın başları… Osmanlı Devleti’nin çöküşüne tanıklık eden önemli tarihi olayların yaşandığı bir önem. Bir yanda savaşlar, diğer yandan ekonomik krizler  eve bitmek bilmeyen taht kavgaları isyanlar, çatışmalar… Fransız devriminden sonra hız kazanan milliyetçilik akımları Balkan isyanları, Anadolu’da Ermeni ayaklanmaları birbirini izliyor.
    Anadolu’nun göbeği sayılan Çukurova’da ise toplumsal durum tam bir kaosu yaşıyor.
Bölgenin yönetim merkezi Adana’nın durumu ise vahim denecek kadar kötü. Yüzyılların hatırası olarak aşiretler, derebeyler valiler kavgası ile yorgun düşen bir kent  manzarası görülüyor. Kozanoğulları, Menemenci beyleri, Bozdoğan aşireti başta olmak üzere Çukurova’nın kırsal kesimi ve yaylalar devlet kontrolünden çıkmış durumdu. Adana valileri ise kenti yönetmek bir yana vergi ve asker toplayamaz hale gelmişler. Sadece şehir merkezi ve civardaki birkaç aşirete söz geçirebiliyor. Valiliğin memurları Sarıçam’dan ilerde Kozanoğulları’nın hüküm sürdüğü topraklara bile giremiyor.
     Adana şehir merkezine ve Çukurova’ya pazu gücü olanlar hakim oluyor.
1827 yılında Tarsuslu Kelağalar ile Karaisalı’nın güçlü aşireti menemenci beylerinin Adana’ya saldırması üzerine  Vali Nurullah Paşa can güvenliği olmadığı için şehirden ayrılmak durumunda kaldı(1)
     Ertesi 1828 yılında Adana şehir merkezinde durum daha da kötüdür. Tarsuslu Kelağalar ile Payas bölgesi “ayanı” (önde geleni) Küçükalioğulları Adana’ya saldırdı. Adana’nın Mütesellimi menemenci beyleri ile şehir merkezinde çatışmalar oldu. Vali’nin yardımcısı Hüseyin Efendi öldürüldü. Adana valisi şehri terk etti. Şehir içindeki çatışmalarda 15 kişi öldü.  Adana şehrinin yönetimine “vergi toplayıcısı” veya Mütesellim durumundaki Hasanpaşazade ailesinden  Hacı Ali hakim oldu. Hatta aynı yıl Kozanoğlu, Küçükalioğlu, Misis köprü koruyucusu, Karalar, Bozdoğan, Sırkıntı aşiretleri bir araya gelerek bölgenin güvenliğini sağlama senedi imzaladılar.(2)
    Ve adana halkı aynı yıl Padişaha bir dilekçe göndererek içinde bulundukları perişan durumu şu sözlerle açıkladılar:
    “ Bu sene ziraat mahsulümüz, geçmişte yapılan senet tespiti ile öşrü (1/10’u) ancak hasıl oluyor. Ve beldemizde olan zahire yeni seneye kadar kafi gelmeyeceği anlaşılıp, zahire için Arabistan ve Rum (Anadolu) zahire getirmeye muhtaç olduk”…
    Adana halkının ürettiği tarım ürünleri ihtiyacı karşılamaktan çok uzak olduğu gibi Arabistan bölgesinden buğday getirilerek muhtemel bir açlığın önüne geçilmesi düşünülüyor.
    Adana Valisi Esat Paşa’nın can güvenliği korkusundan şehri terk etmesinden sonra yönetim Mütesellim ve derebey Hacı ali’nin eline geçiyor. İşte o günlerde Hasanpaşazade Hacı İshak Ağa,. Araya girerek Çukurova’yı paylaşım kavgası yapan aşiret reisleri derebeyleri şu çağrıyı yaptı: “Oğullar etmeyin, birbirinize düşmeyin, Çukurova cümlenize yeter” (3).
    Adana’nın en önemli gelir kaynağı olan Gülek boğazından Adana’ya oradan da Misis ve Payas’a ulaşan  kervan geçiş yolunda bile güvenlik tam olarak sağlanamıyor. Küçükalioğulları Payas yöresine hakim olmuşlar, Hac kervanları Karataş veya Ayas’tan gemilerle karşı yakadaki İskenderun’a ulaşıyor oradan da belen geçidini izleyerek Halep’e gidiyor.
     1821 yılı Nisan ayından kasım ayına kadar geçen 6 ay içinde adana valiliğinin bütçe  düzenlemesi şöyle gerçekleşti.  Bu dönem içinde bütçe harcamaları 334.411 kuruş olarak belirlendi. Bunun 75.000 kuruşu Vali Hüseyin Paşa’nın harcamasına, Esnaflar, “Şehir kethüdası”, güvenliği sağlayan “subaşılara” verilecek olan harcama tutarı ise 45.139 kuruş olarak belirlendi. Burada bahsi geçen “Şehir Kethüdası” kent yönetiminde belediye hizmetlerinden sorumlu olan kişidir. Sadece şehir içindeki yol, kanalizasyon işlerine bakmakla görevlidir. Sıradan bir memur gibidir.  Aynı  zaman dilimi içinde Adana vilayetinin bütçe geliri de 329.000 kuruş olarak tespit edilmiştir.  Aşiretlerin verdiği vergi 133.000 kuruş, Adana şehir içi mahallelerinden alınan pay ise 104.000 kuruştur. Diğer gelir kaynakları ise Adana yakınındaki köylerden ve Karaisalı’dan alınan vergilerdir.  Valiliğe vergi veren itaatkar aşiretlerin ismi ise: Şambayadı, Karakayalı, Kürkçü,Karalar, Menemenci, Karahacılı,Sofulu, Kabasakal  olarak tespit edilmiştir. (4).
    Derebey kavgalarında halk İstanbul’daki Padişaha şikayet dilekçesi gönderiyor ve “masraflı olduğu için valiye ihtiyacımız yoktur” düşüncesini dile getiriyor(5).
    Gerçekten de 1829-32 yılları arasında Adana’da valilerin görev yapamadığı hakkında Osmanlı Arşivinde bir hayli bilgiler var.
    Mısırlı İbrahim paşa, 1832-40 yılları arasında Adanayı “Muhassıl” olarak işgal etti ve yönetti. Muhassıl “Gelirinden yararlanma” anlamına gelir. İbrahim Paşa zamanında sulama kanalları açıldı, çiftlikler kuruldu. Adana şehir merkezinde tarım ve ticaretin canlanmasına çalışıldı. Ancak İbrahim paşa, 1840 yılında Adana’dan ayrılırken barut depoları havaya uçurularak Taşköprü’ün Seyhan’a bağlantılı ayaklarında hasarlar meydana geldi.

    Adana’nın Resmi
    19. yy ortalarında Çukurova Batılı Emperyalist ülkelerin yakından ilgilendiği bir yöre olmuştu. İbrahim paşa’nın işgal yıllarında (1832-40) İngiltere’nin Doğu Hindistan kumpanyasından görevli W.B.Barker Adana’ya geldi. Bölgenin tarım ve ticaret için zenginlik kaynaklarını araştırdı.  1851 yılında Fransa’dan V. Langlois Adana’ya geldi. O’nun gelişi “Kilikyaya Seyahat”  (Voyage Dans La Cilicie) olarak literatüre girdi. Langlois’in yanında kent panaromasını çizim üstadı ressam da vardı. Ressam sehpasını Taşköprü’nün gövdesinde orta yere kurdu. Karşısındaki Adana kentine baktı. Köprünün üzerinde balık avlamakla meşgul sohbet eden Adanalıları çizdi. Köprünün ayaklarına yakın yerde ırmakta gezinen kayıklardı görüntüyle dahil etti. Köprünün bitiminde Kalekapısı ve arkada kalenin parçalanmış harabe hale gelmiş görüntüsüne, gökyüzüne yükselen Cafer Paşa ve Ulucaminin minarelerine, ırmak kıyısındaki konaklara yer verdi.
     Langlois adana’ya geldiğinde kentin nüfusu 15-20.000 arasındadır. Yüzyılların getirdiği çatışmalar sonrası yorgun bir şehirdir. Şehirdeki dini yapıların çoğunluğu kendi kaderine terk edilmiştir.  Langlois, Çukurova’da bir yılı aşkın kaldı. Tarsus ve Sis (Kozan) başta olmak üzere diğer şehirleri de dolaştı. Özellikle Ermenilerin yoğun yaşadığı yerlere ziyaretlerde bulundu. Langlois ülkesi Fransa’ya döndüğünde Kilikya/ Adana 0akkında ayrıntılı araşatırmasını sundu. Ve bahsi gecen araştırma daha sonra yayınlandı. Bak: V. Langlois, Coyaga Dans La Cilicie, Paris-1861

ADANA’DA POLİSLERİN ŞAŞIRTAN TARİHİ

-Adana’da Ramazaoğulları ve Osmanlı döneminde güvenliği “Zabtiye” adı verilen kişiler sağlıyordu.
     -Adana’da Emniyet teşkilatı 1880’lerin sonlarında kuruldu. Valilik bünyesinde çalışan polislar içinde Agop adında bir Ermeni de vardı.
     -Adana’daki güvenlik güçleri (polis ve asker) 1908 yılında “Yaşasın Anayasa” gösterisi yaptılar.
     -Adanalı Polisler kurtuluş savaşında büyük başarılara imza attılar.
     İnsanlarin güvenliğini, rahat ve  huzurunu sağlamak yönetimlerin önde gelen görevidir. Eski tabirle “Asayiş ve güvenliği zabt-ı rabt altına almak” olarak da açıklanırdı.  Osman Devletininin kuruluşuna katılan Osman Beyin kayınpederi Şeyh Adebali’nin devlet kurucusu olan  damadı Osman beye söylediği : “İnsanını yücelt ki devletinin ömrü uzun olsun” sözleri Türk insanının devletini koruma anlayışının en güzel açıklamasıdır.
Adana tarihine baktığımızda bu coğrafyada yaşayan insanların yaşanan yüzyılar içinde en başta gelen ihtiyacının güvenik olduğu ortaya çıkıyor.  Ramazanoğularından Osmanlı dönemine geçiş sonrası duraklama devrinde tarih araştırmacılarının veriği bilgilere gore 1600-1865 yılları arasında Adana bölgesinde ciddi güvenlik sorunları yaşandı.  Yönetimin halkı ihmal etmesi, aşiretlerin ve derebeylerin kendine özgü baskı düzeni kurmaları, gerek birbirleri ve grekse de devlet gücüne karşı tavır koymaları sonucu 1600 yılından itibaren Osmanlı’nın tanzimat reformunun uzantısı olarak yönetime el koyup köklü reformlar yaptığı 1865 yılına gelinceye kadar  çatışmalar sürdü. 
Adana şehri Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1530’lu yıllarda yaklaşık 1000 hane civarında  5.000 nüfusa ahip tarım ve ticaret alanında zengin bir kent idi.  Tarihi şehir Seyhan nehri üzerindeki Taşköprü ve Tepebağ’ı çevreleyen  sur içi bölgeye sıkışmıştı.  Adana’yı 1360 yılında feth eden Ramazanoğuları Ortaçağ’da içine kapanık olan Adana şehrini sur dışı bölgeye taşıdı. Şimdiki Abidinpaşa caddesinin güneyi Ulucami’nin bulunduğu bölge kentin merkezi oldu.  Ramazaroğulları ve sonradan Osmanlı’yı  saygın ve güçlü kılan adalet anlayışının insane haklarına uygun şekilde uygulanmasıdır.  Taşköprü’den batıdaki şimdiki Abidinpaşa giriş yerinde bulunan İçkale’de yaşayan  Serdengeçti ağası ve yeniçeri askerleri kentin güvenliğinden sorumlu idiler.
    Osmanlı’nın duaklama devri 1600-1865 yıları arasında sürdü gitti. Bu zamanda yöneticilerin halkı baskı altına almaları, kötü yönetim yüzünden çok sayıda köy ve şehir güvenlik sorunu  yaşadı. İnsanlar yerleşik hayatı bırakarak Torosdağlarına bir derebeyin himayesine sığındılar.  Devlet, vergi ve asker almada zorlandı. Güvenlik sorunu sürekli oldu.
ADANA’DA YENİ DÜZEN KURULUYOR
    Osmanli yönetimi, Çukurova’da devlet düzenini yeniden kurmak için 1865 yılında Kolordu gücündeki Fırka-I Islahiye adı verilen  Reform ordusunu Adana’ya gönderdi. Bahsi geçen ordunun başında Mareşal ünvanlı deneyimli asker ve de kumandan İbrahim Derviş Paşa vardı.
Çukurovayı çevreleyen Gavurdağları ve Kozandağları yöresinde halkı baskı altına alan derebeyler ile mücadele edildi. Gücleri kırıldı. Ve bölgeden uzaklaştırılarak zorunlu yerleşime sürgüne gönderildiler.  Adana merkez ve ilçelerde “Zabtiye” adı verilen  askerlik mesleğindeki kişiler güvenlmiği sağladılar.
    Çukurova’nın stratei önemini yakından bilen Osmanlı I. Meşrutiyet Anayasasını hazırlayan komisyonda bulunan Ziya Paşa’yı 1878-1880 yılarında Adana’ya Vali olarak gönderdi.  VE arkasından deneyimli Osmanlı Dıişleri Bakanı Abidin Paşa Adana Valisi oldu. Onun zamanında Adana’nın  ve Osmanlı ordusunun güvenlik ve savunmasında görev alabilecek dünya standartlarında  asker yetiştirmek için şimdiki Taşköprü yanında uzun yılar Kız Lisesi olarak hizmet veren tarihi bina Askeri Rüştiye ve İdadi (Askeri Ortaokul ve Lise) olarak açıldı.  Abidin Paşa’nın Adana’da görev yaptığı 1880’ li yılların başlarında Polis teşkilatı da kuruldu. Önce Adana Valiiğine bağlı olarak güvenlik hizmetleri veren toplam sayıları 10 kişi idi. Ve içlerinde de birinci ve ikinci rütbeden polis amirleri vardı.  Adana Polis teşkilatı kısa sürede sayısını artırarak ilçelere kadar da teşkilatlandı ve  güvenlik hizmetlerini  başarılı bir şekilde yerine getirdi. Adana Polis teşkilatının kuruluşunda Agop adında bir de Ermeni asıllı polis memuru vardı.
Adana Emniyet teşkimlatı gerek istihbarat ve gerekse de olaylara anında müdahalelerde bulunarak güvenliği ve devletin yaşaması halkın da mutlu olması için önemli çalışmalarda bulundu.
    Örnek vermek gerekirse 1892 yılında Ermeni silahlı komitacıların eylem planları önceden haber alınmış, olaya katılanlar izlenerek Adana merkez ve kazalarında  hükümet dairelerine yapılacak saldırı önlendiği gibi  faillerde yakalanmıştır.  Adana Polisinin bu başarısı Osmanlı Devletini yıkmayı amaçlayan Ermeni komitacıların kanlı darbe girişimlerinin de önlenmesidir.
     POLİSLER DEMOKRASİNİN GELMESİNE DE ÖNCÜLÜK EDİYOR
    Osmanli ülkesinde anayasal yönetime geçişte önemli bir tarih olan II. Meşrutiyetin 1908 yılında ilanında  Adanalı polisler önemli destek verdiler.  Eski Adana Valilik konağı önünde  ellerinde kılıçlar ile  gösteri yapan asker kökenli zabtiyeler ve polisler  demokrasinin gelişmesi ve anayasal düzende halkın haklarının korunması için yemin ederek gösteri bile yapmışlardır.
MİLLİ MÜCADELE KAHRAMANLARI POLİSLER
    Fransa’nın Adana’yı işgal ettiği 17 Aralık 1918-5 Ocak 1922 tarihleri arasında yaşanan en acı olaylar esnasında gerek resmi ve gerekse de istihbarat amaçlı bilgi toplayan güvenlik mensupları asker ve polisler düşmana karşı mücadele ve vatanın bağımsızlığı için önemli başarılara imza attılar.
    Adana bölgesinde kuvayı milliye direnişinin çok güçlü olmasının en önemli bir sebebi de  Yeni Adana Gazetesini kuran Ahmet Remzi Yüregir’in Pozantı’da bir vagonda hem gazetesini çıkarması  ve hemde düşmana karşı propogandayı başarılı bir şekilde yürütmesinde ona yardımcı olan çok sayıda istihbarat elemanı ve polisin bulunması sayesindedir.
    Adana şehir merkezinde köklü aleerinden birisinin soy ismi “Polisçi” olarak bilinir. Bahsi geçen Polisçi ailesi Kurtuluş savaşı sırasında emniyet hizmetlerini kuvayı milliye yanlısı olarak başarılı bir şekilde yürüten ve mesleği de polislik olan kişilerin 1934 yılında soy isimlerini POLİSÇİ olarak almaları sayesinde mümkün olmuştur.
Şunu da açıklamak gerekir  Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 15 Mart 1923 tarihlerinde Adanayı ziyaret ettiklerinde  onun güvenlik hizmetlerini bir bakıma polislik görevini ünlü Kuvayı Miliye kumandanı Topal Osman ve adamları sağlıyordu.

İŞGALCİLER ÖNCE MAL VE MÜLKE EL KOYAR

Fransızların Adana’yı işgallerinden kısa süre sonra  Mahkemelere kendi adamlarını tayin ettiler.
-Osmanlı’yı ekonomik sömürü altına alan Kapitülasyon yasaları ve mahkemeleri çalıştırdılar.
-Sonra da Adana’nın yönetimini elerine aldılar.
-Çıkarlarını düşünen işbirlikçiler de onları alkışladılar.
-Osmanlı Arşivinde bulunan o günlere ait tarihi raporu yayınlıyorum:



Bâb-ı Âlî
Hâriciye Nezâreti

12 Kasım 1919
Yetkililer tarafından Hariciye Nezareti’ne sunulan raporlar; bu vilayete gelişi sırasında Adana genel valisine göndermiş olduğu mektubun içeriğinin aksine Kilikya’nın idarecisi Albay Brémond’un, bu bölgede Osmanlı Devleti’nin yasa ve kanunlarına karşı almış olduğu kararların getireceği derin değişikliklere karşı pek kaygı duymadığı sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Gerçekten de Fransız siyasî yönetimi tarafından alınan kararlar, ilk zamanlarda Adana vilayetinde olduğu gibi, belli bir bölgenin basit bir şekilde askerî olarak işgal edilmesinden farklı bir eğilimi ortaya koymaktadır.
İlk zamanlarda, Fransız askerî yetkililer, Osmanlı mahallî idarecileri tarafından alınan bazı kararlara muhalefet ederek, hükümet işlerine müdahale etmişlerdir. Daha sonra faaliyetlerini idarî ve hukukî alanlara yaymışlar ve son olarak, bu Osmanlı vilayeti üzerinde Osmanlı Hükümeti’nin haklarına ciddi zararlar veren tedbirler almaya ve kararnameyle emirler buyurmaya başlamışlardır.
9 Ağustos 1919 tarihli kararnâme mevcut yasaların hükümlerini tadil ederek kanunların öngördüğü bazı suçları affın kapsamına alırken, yürürlükteki yasaların açıkça affın kapsamına aldıkları diğer başka suçları affın dışında bırakmaktadır.
1880 tarihli yasanın yeniden yürürlükte olduğunu beyan eden aynı tarihli bir diğer kararname, kapatılmış olan ticaret mahkemelerini, kapatılmasından önce sahip olduğu yetki ve görevlerle Mersin’de yeniden kurmuştur.
Fransız siyasî yönetiminin, Adana’daki İstinaf Mahkemesi nezdindeki başsavcıya göndermiş olduğu 11 Eylül 1919 tarih ve 126 sayılı mektubundan, Osmanlı yetkilileri, kapitülasyon rejimlerine tabi konsolosların, yabancıların kendi aralarında veya yabancılarla Osmanlı uyruklu kişiler arasında ortaya çıkan davaları yargılayacak olan bir karma ticaret mahkemesinin kurulduğunu öğrenmişlerdir.
Ayrıca 12 Eylül 1919 tarihli, üç maddelik bir kararname, gayrımenkullerin kiralanması hakkındaki yasanın 1, 10 ve 11. maddelerinin özel koşullarına karşı aykırı hareket edenler için cezalar belirlemiştir.
Ülkenin yasa ve yönetmelikleriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan yukarıda sıralanan kararnamelere paralel olarak, İmparatorlukta yerleşmiş hukukî sistemde temel değişiklikler getiren çok önemli kararlar da, Fransız siyasî yönetimi tarafından alınmıştır.
Adana vilayetinin mahkemelerini, yakın geçmişte Beyrut’ta kurulan temyiz mahkemelerinin adlî yetkilerine bağımlı kılan baş idareci tarafından adlî teşkilatla ilgili yasalara böylece ciddî bir zarar verilmiştir. Ayrıca tek yetkili olan İstanbul Temyiz Mahkemesi’nin, mahkemeler tarafından verilen kararları gözden geçirme hakkı da kaldırılmıştır.
Albay Brémond aynı şekilde hakimlerin atanması ile ilgili hususta da müdahale ederek aşağıdaki iki yerleşim birimininin sakinlerinin çoğunluğunun karışık unsurlardan oluştuğu bahanesiyle Haçin ve Dörtyol’daki mahkemelerin başına Müslüman olmayan birer başkan yerleştirmiştir.
Diğer taraftan, Adana Asliye Mahkemesi’ne Osmanlı yetkilileri tarafından yapılan atamaların geçerliliğini kabul etmeyi reddederek, bu kişilerden Radikian adındaki bir Ermeniyi buraya hakim olarak atamalarını istemiştir. Müslüman olmayanların içerisinden seçilen Mersin’deki ticaret mahkemesi için atanacak hakimlerin; Adana genel valisinin bilgisiyle, baş idareci tarafından seçilmiş olduklarını burada belirtmek yerinde olacaktır.
Cinayetle suçlanan ve idama mahkum olan Kiragossian Artin, Hamparsum’un oğlu Kivork ve Abdullah adlarındaki üç kişi hakkında Fransız siyasî yönetimi tarafından alınan tedbirler de aynı şekildedir. Bu yargılamalarla ilgili dosyaları isteği üzerine inceleyen idareci, bu cezaların birinci kişi için 15 yıl, ikincisi için 5 ve üçüncüsü için 10 yıl zorunlu çalışma şeklinde hafifletildiğini, Osmanlı yetkililerine bildirerek dosyaları geri vermiştir.
Diğer taraftan, Adana şehrinin hapishanelerinde cezalarını çeken 12 tutuklu, Albay Brémond’un emri üzerine bayram vesilesiyle serbest bırakılmışlardır.
Oysa ki af hakkı ve ceza bağışlaması, tüm ülkelerde devlet başkanının bir imtiyazı olduğundan, yukarıda sözü edilen tedbirler padişahın haklarına ciddî zararlar getirmekte ve ayrıca kamu hukukunun en temel ilkelerine de aykırı gelmektedir.
Gerçekten yukarıda belirtilmiş olan bilgilerden, Kilikya’daki Baş İdareci’nin bir yabancı arazinin bir bölümü için işgal kuvvetleri komutanı sıfatının, bu ülkenin tüzüklerini değiştirme hakkını içermediğini göz önünde bulundurmayarak keyfi uygulamalarla Osmanlı güvenliğinin aleyhine uluslararası hukukun kurallarını ihlal etmekten çekinmediği ve sonuç olarak yukarıda geçen tedbirlerden vazgeçmesi gerektiği sonucu çıkmaktadır. 
BOA. HR. SYS. 2556-3/73-74


ADANA VALİLİĞİNİN KAPISINDAKİ ZEHİRLİ YILAN!

Osmanlının son döneminde 1881 yılında kurulan  Düyunu Umumiye Osmanlı’nın borçlarının yabancı ülkelere ödenmesi için kurulmuştu.
    -Düyunu Umumiye Osmanlı’nın Maliye Bakanlığı görevini yapıyordu.
    -Adana Vali konağının güney köşesindeki Kısacıkzadeler konağı Düyunu Umumiye binası oldu.
    -Ve Düyunu Umumiye’nin kolcuları (silahlı bekçileri) kaçak tütün üreten köylülerin tarlasını yaktılar. Yakalananlar sopayla dövüldü. Veya kurşunla öldürüldü.
    -Batılı emperyalistler veya sömürgeciler devlet eliyle  Adana’ya gelmişlerdi.

     Havanın açık olduğu bir günde Adana şehir merkezinde, Seyhan nehrinin kıyısında, eski  Valilik konağının orada gezinti yaparda tarihi vali konağına bakarsanız ilk anda gözünüze çarpan” bir zamanlar Adana valilerinin çalıştığı tarihi binanın restore edilmiş, duvarları penpe renkli ve mimarisi ile ilgi çeken binanın güzelliği” yansır.  Gerçekler görüntünün ardında saklıdır görüşlerini doğrularcasına tarihin ışığında dikkatle ama dikkatlice bakarsanız Adana Vali konağı binasının güneye doğru giden ana yolun köşe başında bir başka binanın enkaz gibi harabesi de fotoğrafın ayrıntısında yer alır. Burası “Kısacık-zadeler konağı” olarak da bilinir. Biraz yakından bakınca iki katlı bu tarihi binanın çok sayıda odaya sahip olduğu pencereler, saçaklar, çatılarda kullanılan inşaat malzemesinin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Bu binanın bir başka ismi daha vardır. Burası Osmanlı “Düyun-u Umumiye” binasıdır. 1881 yılında kurulan ve Osmanlı’nın yabancı ülkelere olan borçlarının ödenmesi için kaynaklara el koyarak tahsil etmeyi amaçlayan ayrıcalıklar verilmiş bir tarihi organizasyonun görev yaptığı binanın kendisidir.  Bahsi geçen bina hizmete geçtiğinde başında ve yönetiminde Türk olmayan memurlar vardı. Adana’daki ekonomik kaynakların işletmesini yapıyor, elde edilen kazançları da alacaklı durumdaki Avrupalı hissedarlara gönderiyordu.
….
     Adana Valilerinin yayınlamış olduğu ve yıllık özelliği taşıyan “Salname” kitapları içinde hicri-1319 (miladi-1901) yılında bastırılmış olanın kapağını aralıyorum. Aynı yılda Adana Vali konağının inşaatı bitmiş ve açılışı yapılmış. Vali Bahri Paşa, açılışta hazır bulunmuş “Padişahım Çok Yaşa  sesleri arasında kurdelayı keserek ve iyi niyet ve temennilerde bulunarak tarihi binanı açılışını yapıyor. Sonra töreni izleyenlerin alkışları ve “Yaşa, Varol” sesleri semaya yükseliyor, kulakları çınlatıyor.  Ve yeni binanın açılışına faytonu ile gelmiş. Üzerinde kahverengi pantol, omuzları süslü  aşağı doğru uzayan  hırkaya benzer elbisesi, kolalı gömleği, kravatı ve de başındaki serpuşlu fesi ile dikkati çekiyor.  Valilik binasının açılışı ve sonrasında güler yüzle makamlarına oturarak görev yapanların en yakınında onlara komşu gibi çalışan bir başka dünyanın insanları var. Valilik binasının köşe başında Düyunu Umumiye binasında çalışanlar.  1901 tarihli Salname kitabından öğrendiğimize göre: 
   Düyunu Umumiye’nin çalışanları:
    Müdür-Hüseyin Edip Bey, Müfettiş-Josef Farre Efendi,  Tahrirat katibi- Mahmut Fehmi Efendi,  Muhasebeci- Barbor Efendi,  Tezkere katibi-İskender Efendi,  Müzakerat memuru- Yakup Efendi,  ve süvari, piyade, kolcu, kantarcı olmak üzere 4 görevli.
    Yine Adana şehir merkezinde çalışmalarını sürdüren kuruluşu 1860’lı yılara dayanan İngiliz sermayesi ile kurularak merkez bankası gibi çalışan Osmanlı bankasının başında  müdür olarak Mösyö Frankodi bulunuyor. Ve yine kuruluşu 1886 yılında gerçekleşen Osmanlının tütün ekim alanlarını kontrol eden sermayesinin büyük çoğunluğu Yahudi asıllı Rotschild ailesinin elinde olan Reji (Tütün) İdaresinin başında da Albert Abor Efendi adında birisi var.
    Adana Valisi ne kadar gösterişli faytona binerse binsin, elbisesinde çok sayıda kahramanlık ve başarı madalyaları bulunursa bulunsun, görev yaptığı vilayet Adana’nın zenginlik kaynakları yabancıların eline geçmiş. Belki Valinin dolgun maaşı, saray yavrusu evi, gösteriş için forsu olabilir, ama bir adım ilerisindeki Adana’nın kenar mahallelerinde yaşayanların hali nice idi! Çelişkileri görebilir miydi!

   
    Ve aynı yılda (1901)
    Adana’ya bağlı Kozan Sancağı’nın idari merkezi Sis şehrinde Mutasarrıf (ikinci derecede vali) olarak Ömer Şevki Paşa görev yapıyor.  Şevki Paşa’da faytonla görevine gelirken Rumeli ve liyakat adıyla iki adet gümüş madalya takıyor.  Şevki Paşa’nın görüntüsü eski tabirle ‘Ala”. Kozan Sancağı’nın derdi çok. Şevki Paşa, elindeki imkanlar ile gece gündüz çalışıyor. Yakın zamanda Girit’ten muhacirler gelmiş Kozan’a. Onlara şehir yakınında yeni binalar yapması gerekiyor, arazi dağıtımında bulunacak. Velhasılı kelam Şevki Paşa’nın işi zor.
    Aynı yıl içinde Kozan Sancağında Kapitülasyonlar adına görev yapanlar harıl harıl çalışıyor.  Düyun-u Umumiye idaresinde müdürlük görevi boş ancak katip olarak Ohannes Efendi adında bir Ermeni çalışıyor.  Tütün işlerini yürüten Reji idaresinin başında da Hasan Efendi adında bir memur var. Katipliğini de Mıgırdıç Efendi yapıyor.  Reji İdaresinin emrinde görev yapan “Kolcu” adında silahlı bekçiler var. Kars’ın(Kadirli), Feke’nin, Haçin’in en ücra dağ köylerinde kaçak tütün ekenlerin tarlalarına baskın yaparak izin belgesi olmayanlara silah kullanmak, dayak atmak, ellerine kelepçe veya zincir takarak köle gibi şehir merkezine kadar getirip mahkemede ceza almalarını sağlayanlar “Kolcu” olarak görev yapanlar.  Bazen kolcuların silah ateşi ile ölen veya yaralayanlar olursa yerinde tutulan zabıt varakaları (belgeleri) ile genelde kaçakçılar suçlu bulunuyor.  Reji İdaresi veya onun kardeş kuruluşu olan Düyunu Umumiye’nin gelir kalemlerinin kontrolü İstanbul’da yapılıyor. Kazançlar Avrupalı hissedarlara gidiyor.  Paris’in ana caddesinde ellerinde puro tüttürerek yürüyen “mösyö” ve “madam”ların  harcadıkları paranın kaynağı oluyor, Feke’nin bir dağ köyünde Ahmet Efendi’nin tarlasında ektiği tütünlerin satılmasından kazanç sağlayanların yüzleri gülüyor. Ama geride Anadolu’nun ücra bir köşesinde  diyelim ki Toros-dağlarının  eteğindeki Kozan Sancağı’na bağlı  Feke kazasının bir dağ köyünde anası ağlayanlar kim olursa olsun.


                                         Adana Valilik konağının batı köşesinde Düyunu Umumiye binası var

29 Eylül 2010 Çarşamba

İNGİLİZ EMPERYALİZMİN ÇUKUROVA’YA GİRİŞİ


         -İngiltere’nin Doğu Hindistan Kumpanyası elemanı W.B. Barker, 1830’lu yıllarda Adana’ya geldi.
         -Çukurova’nın İngilterenin çıkarları için ne kadar önemli olduğunun tespitini yaptı.
         -Çukurova’da devam eden aşiretler-derebeyler-valiler çatışması ve toplumsal çöküşün devam etmesi için çalıştı.       

             " Çukurova yanar yanar ördolur,
             Her sineği bir alıcı kurd olur"...
        
         Çukurova'nın temmuz ve ağustos ayı sıcakları bir başka olur. Şehir içinde dahi dolaşırken, gömleğiniz vıcık vıcık ter içinde kalır, başınızda kaynar sular boşanır. İşte böylesi bir günde (Temmuz-2001) Dörtyol ağzın­daki gazete satış bayiliği yapan sayın Ali DURAN GÖDE'nin yanına uğradım. Sıcaklardan bunalmış, hayat meşgalesinden de yorulmuş bir halde buldum, onu. Dörtyol ağzındaki kaldırım kıyısında park etmiş arabasının içinde yatıyor­du, öğle sıcağında... Yanına vardım. Arabasının pencere camına vurunca uyan­dı. Gözlerini ovuşturdu.
        “-Buyur, hocam,” derken bile gözleri parladı
          -Şu Alman mühendisin tren yolu yapımı sırasında anlattıklarını anlat! de­diğimde biraz düşündü. Hafızasını yokladı ve bildiklerini açıklamaya başla­dı.
         "-Babamdan duydum. Torosdağları'na, Pozantı'ya tren yolu yapılırken bir Alman mühendis, sürekli olarak bir taşın üzerine çıkar... Aşağılara Çukur­ova'ya ve Adana'ya bakar. Babam mühendise sorar:
         -Mister, neden öyle dikkatli bakıyorsun. Bir durum mu var ? Bu soru karşısında şaşıran Alman:
         -Çukurova, ah Çukurova, dünyada senin gibi verimli bir memleket yok. Hırsızların bol olmasa!" diye cevap verir.
         1910'lu yıllarda Alman şirketler Toros dağlarında tüneller açarak tren-yolunu Adana'ya, daha sonra Amanos dağlarına ulaştırmak oradan da Bağdat'a kadar gitmek istemektedirler. Tren yolu yapımında çok sayıda Alman teknisyen ve Türk işçisi görev alır. Harıl harıl çalışmalar sürer. Sayın GÖDE, babasından dinlediği hatırayı anlatırken tarihe ışık tuttuğunun farkındaydı. Aslında önemli olan da HIRSIZLARI BOL OLMASA sözlerinin tarihin derinlikle­rinden gelen anlamını çözmekti.
         DEREBEYLER ARASINDA BİR İNGİLİZ KUMPANYACI
         1780 ve 90'lı yıllarda Osmanlı'nın Ortadoğu'daki en gelişmiş ticaret merkezlerinden olan Halep şehrinde İngilizlerin Doğu Hindistan Kumpanyasının bir kolu olan Levant KOMPANY şirketinin önemli bir adamı John BARKER görev yapmaktadır. Halep'teki bürosunun yanısıra Süveydiye'de (Samandağı) çiçekler ve ağaçlar arasında görkemli bir konak yaptırmış. Burasını sayfiye yeri olarak kullanmaktadır. John BARKER, görev yaptığı yıllarda Güney Anadolu'yu Antakya'yı, Çukurova'yı iyi tanımak ihtiyacını hissetmiş olacak ki yörede gelişen olayların arkasında hep onun ismi geçer.
         John BARKER'in oğlu William, babasının görevini biraz daha ileri götürerek Çukurova'nın gelecekte İngiltere için ekonomik önemini araştırmak is­ter.
         Çukurova'yı bir baştan bir başa dolaşır. Savrun suyunun Ceyhan'a kavuş­madan büyük bir bataklık oluşturduğunu tespit eder. O yıllarda Çukurova'nın büyük bir bölümü, Ceyhan nehri sahilleri, Yüregirovası, Tarsus'u denize bağ­layan REGMA (İçgöl), Karataş yakınlarındaki Tuzgölü geniş bir alanı kapla­maktadır. Otluklar, çalılıklar, dikenlikler, fundalıklar, murt (mersin) çalıları ile kaplı Çukurova'nın geniş bir bölümünde Türkmen aşiretleri kışın konaklamakta, mart ve nisan ayları geldiğinde yaylalara göç etmekte... Çukur ova bir baştan bir başa boş ve ıssız durumdadır.
         William, Çukurova'nın mevcut durumunu gösteren haritasını çıkarır.
Sis'e (Kozan) geldiğinde Ermeni papazlar ile birlikte şehrin doğusunda arka­ya kale ve taş evlerin görüntüsünü de vererek bir görüntü (gravür) çizimini gerçekleştirir. Aslında William için önemli olan Çukurova'nın güvenliğini sarsan Türkmen aşiretleri, derebeyler arasındaki çatışmaların daha da artma­sı, Osmanlı yönetiminin gücünün zayıflaması... ve bunların sonrasında muhte­mel bir dış müdahalenin şartlarının ortaya çıkmasını sağlamaktır. Böyle bir durum gerçekleştiğinde İngiltere'nin müdahalesi sonucu geleceğin tarım ve ticaret merkezi olacak Çukurova'nın İngiltere'ye sağlayacağı yararlar açık­tır. Derebeylerin silahlandırılması, yöneticilerin rüşvet bataklığında görev yapamaz hale gelmeleri için el altından paralar dağıtılmaktadır. William'ın araştırmaları ve raporları 1830 ve 40'lı yıllarda sürdü. İngiltere Krallığı William'ın araştırma raporlarını 1853 yılında "Haydutlar ve Kavgaları, KİLİK YA VE ONUN YÖNETİCİLERİ" başlığıyla yayınladı.William, bu çalışmasıyla Çukurova'nın tarih zenginliklerini ilk keşfeden kişi olarak kendisini tanıtıyor ve bununla övünüyordu

ADANA KIZ LİSESİNDE BİR TARİH YAŞANDI

Adana’nın  İlk Lisesi Abidinpaşa tarafından 1880’li yıllarda Taşköprü yakınlarında ırmak kıyısında açıldı.
  -Lise öğretmen ve öğrencileri Milli mücadele yıllarında kuvayı milliyede hizmet verdiler.
   -Kız Lisesi olarak yıllardır hizmet veren binanın giriş kapısında Osmanlı’dan kalan Türk bayrağı şekli var.

    Çukurova genelinde  1600-1865 yılları arasında yaşanan aşiret ve derebey kavgaları  bölgenin sosyal ekon5mik hayatını çökerttiği gibi eğitim düzenini de derinden sarsmıştır.  19.yy ortalarında ilan edilen Tanzimat fermanı ile toplum hayatında reformlar yaparak toplumsal hayatın canlandırma çalışmaları Adana vilayetinde ancak 1865 yılında Fırka-Islahiye ordusunun bölgeye gelmesi ve derebeyleri sürgün ederek göçebelikten yerleşik hayata geçişi sağlamasıyla mümkün olabildi.  Adana şehir merkezinde ilk Rüştiye Mektebi (Ortaokul) 1872 yılında açıldı.

    Osmanlı Hükümetinde Hariciye Nazırlığı (Dışişleri bakanlığı) görevinde bulunan Abidin paşa, 1880 yılında Adana Valisi olarak atandı. Abidin Paşa’nın en önemli projesi eğitim alanında atılım yapacak Askeri Rüştiye adı altında okulun yapımını sonuçlandırmaktı. 1881 yılında Askeri Rüştiye’nin temeli Seyhan nehrinin Kale kapısı ve yanındaki Şafak Kahvesinin batı tarafındaki arsa üzerinde temeli atıldı. 1883 yılında Askeri Rüştiye eğitime başladı. Ancak 1885 yılına gelindiğinde sadece Askeri Ortaokul’un eğitim vermesi yeterli görülmeyerek   Ortaokul-Lise eğitiminin bir arada verilmesi düşünüldü. Ve Okulun eğitim süresi 5 yıla çıkarıldı. “Adana Mülki İdadi Mektebi” adını aldı. Okulun isminden de anlaşılacağı gibi Ordu için yetenekli “zabit” (subay) ) ve devlet idaresi için “yönetici” memurların yetişmesini sağlamaktı.

     1890 tarihli Adana Salnamesi (İl yıllığı) kitabında yer alan bilgilerden Adana İdadisi hakkında ayrıntılı bilgiler elde etmek mümkün olmaktadır. Okul Müdürünün adı Nabi Bey’dir. Türkçe eğitimde ana dil olduğu gibi Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde de dersler vardır.  Fen ve Sosyal derslerin yanı sıra, hukuk, sağlık, astronomi  ve resim  dersi de verilmektedir. Okulun ders programı içinde 1880’li yılların sonlarında 4. sınıfta fizik dersinin içinde “Elektrik” konusunun işlenmesi de kararlaştırılmıştır.

    Osmanlı yönetiminde bir dönüm noktası olan II. Meşrutiyetin ilan edilmesinin yankıları Adana’da da yaşanmış,  Adana İdadisi’nin adı “Mektebi Sultani” olarak değişmiştir.

Dünya Savaşıyılları Adana Sultanisindeki eğitim hayatının da aksamasına yol açtı. Aralık 1918 içinde Adana Fransız işgaline uğradı. Fransız yönetimi Türkçenin resmi dil olarak kullanılmasına son verdi, Fransızca yazışma resmi dili olacak diğer azınlık dillerinde de eğitim hayatında yer verilecekti. 1919 yılı içinde Adana’da Fransız-İngiliz ortak işgalinin devam ettiği, Valilik görevine de Nazım Bey’in baktığı dönemde  bir gün Adana Sultanisi Müdürü Niyazi Ramazanoğlundan okuldaki Türk bayrağını indirmesi emri verildi. Niyazi Bey :” Okul resmi bir daire değil, kutsal bir müessesedir, kültür yuvasıdır. Bayrak indirilirse hoşa gitmeyen olaylar olur. Türklerin milli duygularına darbe vurulur” cevabını verdi (2). İşgal yönetiminin “Türk bayrağının indirilmesine karşı okulun Öğretmen ve öğrencileri karşı geldiler, direndiler”. Okul müdürü, ve öğretmenler okulu terk ederek kuvayı milliye saflarına geçtiler, öğrenciler de düşmana karşı savaşan “kuvayı milliye çetesi” olarak düşmana karşı mücadele verdiler, içlerinde şehit ve gazi olanlar vardı. Resim öğretmeni Ferit Celal Bey’in Buruk cephesinde kuvayı milliye kumandanı olarak öğrencileri ile birlikte düşmana karşı verdiği mücadele tarihi belgelere de yansıdı. Ve Adanalılar kuvayı milliye mücadelesinin zaferle sonuçlanması üzerine 5 Ocak 1922 günü Türk bayrağını Adana caddelerinde coşku ile dolaştırdılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesi ile birlikte okulun ismi “Adana Lisesi” adını aldı.
    Atatürk,15-16 mart 1923 tarihlerinde süren Adana gezisi esnasında  yanında eşi Latife hanım ile birlikte Adana lisesi’ni ziyaret etti.O sırada okulun müdürü Mahmut Nedim Bey idi.
    3 Mart 1924 yılında Eğitim’deki farklılıkları önlemek ve laik anlayışı yerleştirmek akmacıyla Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarıldı. Mektep medrese ayırımına son verildiği gibi  yabancıların açtığı misyoner okulları da kapatıldı veya denetim altına alındı.  Adana’da kız öğrenciler genellikle öğretmen olmak amacıyla “Kız Muallim Mektebine” gidiyordu. 1932 yılında Tepebağ’da kuruluşu Amerikalılar tarafından misyonerlik amaçları için kurulan okulda statü değişimi oldu. Misyoner okulu kapatıldı, Türk yurttaşı kız öğrenciler eğitime alındı. Ve 1934 yılında Seyhan nehri sahilindeki tarihi Adana Lisesi binasına okulun erkek öğrenciler şehrin güneyinde bulunan kendi binasına taşındı. Tarihi okul “Adana Kız Lisesi” adıyla eğitim hayatını sürdürdü.
    Bundan sonrası ise modern Türkiye Cumhuriyeti’nin Adana’da kız öğrencilerin eğitimine yönelik en önemli kuruluşu “Adana Kız Lisesi” eğitimini  Seyhan nehri kıyısındaki tarihi binasında sürdürdü. 1998 Adana depremi ile birlikte Adana Kız Lisesi tarihi binayı terk ederek kendisine ayrılan binalarda eğitim hayatına devam etti. Adana Valiliği ve milli eğitimin ortak çalışması sonucu Adana Kız Lisesi şehrin kuzeyinde yeni binasında eğitim hayatına devam edecektir.  Adana Kız Lisesi’nde eğitim hayatına katılan öğretmenler ve öğrenciler Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ve gelişmesine olan katkılarını hatıraları ile yaşatıp bunu bir tarihi miras gibi algılayıp gelecek nesillere taşımanın gayretlerini tarihi  bina içinde “Kız Lisesi Eğitim Müzesi” bölümündeki belgeler ile kamuoyuna sunulmaktadır.



SAYIN “NECATİ SULTAN” KULAKLARIN ÇINLADI MI!

-Adana Büyükşehir belediye Başkanı Aytaç durak ile tarihci Cezmi YURTSEVER, 9 Ekim 2009 tarihinde Pozantı’daki Tarih toplantısına gitmek üzere birlikte yola çıktılar.
    -Sayın durak, Gülekboğazındaki tarihi yazıtın gözlerden uzak olmasına itiraz etti. Ve kendi görüşlerini açıkladı.
    -Ve Sayın Durak, Necati Sultan’ın gereğini yapması ve sonuçlandırması için Belediye Basın yetkilisine “ADANANIN KURTULUŞU BELGESEL FİLMİNİN HAZIRLANMASI” görevini verdi.
    -Ve Belediye’den şu ana kadar en küçük bir cevap yansıması gelmedi. Başkan’ın verdiği görev bilgisi “Dursuna mı bırakıldı!”.

     Necati Sultan Adana Büyükşehir belediyesi Kültür işlerine bakan sorumlu müdür arkadaşımız. Beyefendi, sevecen ve her zaman yardımcı olan kişiliği ile bir dost ve arkadaş olarak gördüğümüz insan. Kendisini ne zaman görsem “Efendim, buyur” sözcükleri ile karşılaşırım. Ne zaman kapısını çalmış olsak her zaman bizlere yardımcı olur ve yol gösterir. Bu saydıklarım sayın Necati Sultan’ın insan olarak özelikleri.

AYTAÇ DURAK’IN TELEFONU VE VERİLEN MESAJ

9 Ekim 2009 tarihinde  sabah saatlerinde Adana Büyükşehir belediye Başkanı sayın Aytaç durak telefonla eni aradı.  “Hocam, Pozantı Kongresi vesilesi ile bir toplantı varmış, oraya birlikte gidelim, hazır ol” dedi. Ve aynı günü ikindi üzeri saat 16.00 civarında başkanın arabası ile Pozantı’ya doğru gitmeye  başladık.  Sayın Durak Gülekboğazı geçişi esnasında kendisine verdiğim: “Gülekboğazının girişinde ve dere kıyısında bir taş blok üzerinde Latince yazı olan kitabe var. Herkes o yazının Büyük İskender’in Gülek boğazından geçişi ile ilgili olduğu sanır. Ama yazı okunduğunda farklı bir anlam ortaya çıkıyor. Hadrianus döneminde Romalı bir kumandan tarafından yazılmış. Çekirge sürüsünden korunmak üzere tanrının yardımını isteyen kumandan şükranlarını dile getiriyor”… Bu açıklamalardan sonra bahsi geçen yazının Roma imparatoru Hadrianus zamanında yazılmış olduğu ve taş kitabenin üzerinde de şu yazıların yazıldığı bilgilerine ulaştım arşivlerden: “
     Ey Argos;u öldüren Mercurius Asası güçlü tanrılar ulağı,
çekirge bulutunu kaldır.Kutsal değneğinle halkların,
yörelerin üstünden.Heykelin var ya bu yerde,
Ekinler ürün versin diye,Sağaltıp kurtarman için,
Bu yerleri,soyları.İyilik et, yumuşa.”
    Gülekboğazı hakkındaki verdiğim bilgilerden sonra sayın Durak: “Hocam benim yaşım müsaittir, Çekirge sürüsünün  insan hayatına ne kadar zarar verdiğini çok iyi bilirim. Gökyüzünü çekirgeler istila ederdi. Tarlada ekin bırakmazdı. Köylüler çok zorda kalırdı, çekirge istilasından… Benim  görüşlerimi alsalardı Gülekboğazı ile ilgili yazılı taşı öyle derenin içinde hiç kimsenin göremiyeceği yerde saklanmış durumda bırakmazdım. Ana yolu taşın yanından geçirir, bir cep açarak herkesin görmesini sağlardım. Tarihi eseri korumak ve tanıtmak lazım”. Bu konuşmalardan elde ettiğim kanaat ise “ Adana Büyükşehir belediye Başkanı Aytaç durak’ın kent tarihine ve kültürüne olan yakın ilgisi ve yeni elde ettiği bilgileri can kulağı ile dinleyerek anında projeye dönüştürmesi özelliğinin olması idi”.

     POZANTI KONFERANSINI BİRLİKTE DİNLEDİK …

     Pozantı’ya akşamüzeri saat 17 gibi vardık. Belediye Başkanı Mustafa Çay , öğretmenler, öğrenciler, halk karşıladı. Sonra toplantı salonuna geçildi. Türk Tarih kurumundan hocalar gelmişlerdi konuşmak için. Prof.  Cezmi Eraslan ve arkadaşları kürsüde yerlerini aldılar.  Pozantı’da gerçekleşen 5 Ağustos 1920 ve 8 Ekim 1920 tarihli kongrelerin önemi üzerinde durdular. Çukurova mili mücadelesinde  Pozantı’da gerçekleşen Kongrelerin kuvayı milliye ruhunu ateşlediği ve Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Pozantı’da yaptıkları çalışmalar ve konuşmaların önemi üzerinde duruldu.
     Sayın Durak ile birlikte toplantıdan ayrıldık ve Adana’ya dönmek üzere otoyoldan Tekir’e doğru gitmeye başladık.  Bu esnada sayın Durak’ın : “Hocam, 5 Ocak Adana’nın kurtuluş günü yakın. Adanamız için en güzel ne yapabilirim hangi farklı bilgiyi alabilirim ümidiyle gelmiştim Pozantı’ya. Sizce bu toplantıda çıkan en önemli sonuç nedir?
    Bu görüşün dile getirilmesi üzerine: “-Sayın Başkanım, bilirsiniz ki Adananın kurtuluş gününü yansıtan bir belgesel film yok. Şimdi okullarda yüzbinlerce öğrenci ve çok sayıda insan o günlerin gerçeğini unuttu. Heyecanlar yok oldu. Göstermelik törenler de ilgi  çekmiyor. Kent kültürü, tarihi  ve eğitim ortamında insanların ihtiyaç duyduğu ADANANIN KURTULUŞU BELGESELİNİ veya aynı konuda filmini hazırlamak lazım. Elimizde yeteri kadar  belge var. Sadece bir proje kapsamında bu hazırlamak kalıyor”.
   Sayın Durak: “Hocam yerinde bir görüş. Hemen basından İsmet’i arıyorum. Necati Sultan ile bir araya gelerek çalışmayı sonuçlandırmaları için gerekli görevi veriyorum” dedi. Ve telefonla yanımda İsmet Ramazan Selçuk’u aradı.
     Ve aradan günler geçti. Büyükşehir belediyesinden bana en küçük bir bilgi dönüşümü gelmedi. Amaca Başkan’ın mesajını “Dursun’a” bırakan bir yaklaşım mı oldu! Bu açıklamalardan sonra sayın Necati Sultan kulaklarım çınladı mı!  Sözlerini açıklama durumu hasıl oldu… Laf ola beri gele misali!...
     Ayrıntılar:http://www.cezmiyurtsever.com/.dadır