9 Ekim 2010 Cumartesi

ADANA VALİSİ CELAL BEY’DEN GELEN MEKTUP

Fransız işgal günlerinde Osmanlı Hükümeti tarafından Adana’ya Vali olarak gönderilen Celal Bey, makamına oturduğunda düşman işgalinin bölge halkına yaptıkları ile ilgili acı gerçekleri gördü. Kendi çıkarlarını makamını hiç düşünmeden bağlı olduğu Türk milleti adına sessiz kalmadı. Tepkilerini kağıda döktü. Ve resmi belge ve mektup olarak İstanbul’a gönderdi. Aslı Osmanlı Arşivinde bulunan Celal Bey’in mektubunda yazılanlar o günlerin gerçeğini gözler önüne seriyordu:

Bâb-ı Âlî
Sadâret-i Uzmâ
Mektubî Kalemi

21 Aralık 1919 tarihiyle Adana Valisi Celal Beyefendi tarafından gönderilen mektubun suretidir.
Telgrafla bildirildiği gibi Perşembe günü akşamı yani Cuma gecesi Adana’ya ulaşılmıştır. Cuma namazından sonra Ulu Cami’de Padişahımızın selâmlarını mazlum Adana ahalisine bildirdim. Zavallılar başlarına gelen felâketleri unutacak derecede sevindiler. İçtenlikle Padişaha tekrar dualar ettiler. Albay Brémond’un azline dair İstanbul’da işitilen haberler doğrulanmadı. Bu adam ve General Dufieux sebatla makamlarında oturuyorlar ve Adana’yı Fransa’nın bir müstemlekesi addedip bu şekilde idare ediyorlar. İdare tarzlarında işgalin geçiciliğine delâlet edecek tek bir iz bile görülmüyor. Bilakis gün geçtikçe daha fazla yerleşmeye çalışıyorlar. Fransız zabitleri için ev yapılmaya başlanması gibi teşebbüsler Fransızların Adana’yı terk etmek niyetinde olmadıklarını ispat etmektedir. Beni karşılamak için Pozantı’ya kadar gelenlerin ifadelerinden, tayinimin ardından telgraf çekmemin incinmelerine sebebiyet verdiğini anladım. Bunun üzerine sırf bir mesele çıkmasın diye hem General Dufieux hem de Kolonel Brémond’a: “Adana’ya geldiğim şu dakikada ekselanslarını hürmetle selâmlamaktan şeref duyarım” tarzında bir telgraf gönderdim. Ancak Adana’ya gelişimde istasyonda toplanmış binlerce karşılayan arasında kendi taraflarından gönderilmiş hiç kimseyi göremedim. Bir taraftan beş gün devam eden geceli gündüzlü yolculuğun yorgunluğu diğer taraftan gelişimin ertesi gününün tatil gününe rastlaması sebebiyle General Dufieux ve Albay Brémond’a ziyaretlerimi bir gün sonraya erteleyerek kendilerinden Cumartesi günü için randevu talep etmiştim. General Dufieux’nün ilk sözü Cuma günü kendisini ziyaret etmediğim, Albay Brémond’un ilk sözü de gelişimi il sınırları içerisine girmeden önce kendilerine haber vermediğime hayret ettiklerine dairdi. Kendilerine yorgun olduğumu söyleyip özür beyanında bulunmakla beraber istasyonda karşılamak için bir adam göndermemelerine de şaşırdığımı söyledim. Brémond dün sabahki ziyaretime akşam iade-i ziyarette bulundu. General Dufieux da Pazartesi günü geleceğini haber verdi. Bu adamların, özellikle Brémond’un Türk düşmanı olduğu muhakkaktır. Brémond’un burada bazılarına: “Sen iyi adamsın, ama Türkleri seversin” ve bazılarına da: “Türkleri sevmeseydin iyi adam olurdun” dediğini bizzat bu sözlere muhatap olanlardan işittim. Dün sabah sohbetimizde Türklerin diğer kavimlere nisbetle çok az sayıda olduklarını ve hatta ev bulamadığım için mecburen kendisine misafir olduğum Subhi Paşa’nın aslen Arap olduğunu iddia etmiştir. Halbuki Adana’nın en eski ailesine mensup olan Subhi Paşa Ramazanoğulları’ndandır ve Araplarla münasebeti yoktur. Bütün emeli vilâyetteki Türk nüfusunun azlığını isbat etmek suretiyle diğer unsurların nüfusunu çoğaltmaktır. Bugün Adana’da dışarıdan gelenlerle beraber 120.000 Ermeni olduğunu ve bundan başka daha bir çoklarının buraya geleceğini söylüyor ve her taraftan “Fransa idaresini isteriz” tarzında beyânnâmeler almaya çalışıyor. Hatta Osmaniye mutasarrıf vekili ve müftüsünün ihanetleri neticesi olarak Türk ahalisi adına böyle bir beyânnâme aldığı da muhakkaktır. Brémond Türklere karşı olan nefretini saklamaya lüzüm bile görmemektedir. Selefim Nâzım Bey’in oturduğu evin hazırlanması hakkında telgraf çektiğim halde evi bir Fransıza verdirmiş olduğunu buraya geldiğimde haber aldım ve şimdiye kadar Subhi Paşa’nın yanında kalarak ev aramaya mecbur oldum. Bundan maksat beni zora sokmak ve Adana valisini şahsî ikametgâhı için kendi lütuflarına sığınmaya mecbur etmektir. Bu maksadı anladığım için müracaat etmiyorum. Bayrak meselesi İstanbul’da işitildiği gibi tamamıyla doğrudur. Müslüman ahaliye zorla bayrak dağıtılmış ve asmayanlardan para cezası alınmıştır. Hatta vilâyet hukukî işler müdürü, vali vekili, diğer memurlar ve belde eşrafı ile birlikte General Gouraud’yu karşılamak için zorla Mersin’e gönderildiği zaman evinde olmamasından yararlanarak polisler evine girip iki bayrak bırakmış ve asılmazsa on beş lira para cezası alınacağını ifade etmişlerdir. Alınan para cezasına karşılık verilen kâğıtlardan ele geçirdiğim bir adedini takdim ediyorum. Bu kâğıt Fransızların Türklere zorla bayrak çektirdiklerini ve çekmeyenlerden para cezası aldıklarını hiçbir itiraza mahal bırakmayacak surette açıklamaktadır. Bundan başka bu yolda daha bir çok kâğıt mevcut olup peyderpey ele geçirilecektir. Hükümet dairesi, Düyûn-ı Umumiye, polis dairesi, hastane, karakollar vesair Osmanlı resmî dairelerine önceden her gün ve bir müddetten beri yalnız Pazar günleri bayrak çekilmektedir ve hatta bugün bile hükümet dairesi üzerinde bayrağın dalgalandığını gözlerimle gördüm. Kürt Yusuf Çetesi’ne yardım ettikleri bahanesiyle muhakeme edilmeksizin yalnız Albay Normand’ın emriyle Adana, Ceyhan ve diğer yerlerde kurşuna dizilen çaresizlerin tek tek şahıs ve hüviyetleri isbat edilebilir. Adana’da 32, Ceyhan’da 7, Osmaniye’de 18 biçare bu suretle öldürülmüştür. Bunlar kabristana götürülerek alenî olarak orada itlâf edilmişlerdir. Vücutları iki gün kadar açıkta kalmıştır. Kendileri hiçbir Divan-ı Harp tarafından muhakeme edilmemiş ve haklarında hüküm verilmemiştir. Sadece Albay Normand’ın emriyle katledilmişlerdir. Adana’da çocuklar tarafından bile bilinen bu hakikate rağmen memleket kadısı olacak hamiyetsiz herifin bu cinayetleri resmen yalanladığını haber aldım. Adana’da Türklere tatbik edilen cezaların emsaline başka yerlerde tesadüf edilemez. Mesela evinin balkonunda oynamakta olan Pamukçu oğlu Aziz Efendi’nin beş-altı yaşındaki kızı, Madam Brémond’a otomobiliyle geçerken tükürmüş fakat tükürük otomobile tesadüf etmemiştir. Bu canice hareket çocuğun babasına 5.000 liraya mâl olmuş, kendisinden nakdî ceza olarak bu parayı tahsil etmişlerdir. Ceyhan kazası ahalisinden Mustafa Efendi oğlu İzzet Efendi’nin çiftliğinde eşkıyayı muhafaza ettiğinden dolayı Divan-ı Harpçe 10.000 lira nakdî ceza ödemek veya idam edilmek gibi şimdiye kadar emsali görülmemiş bir cezaya çarptırılmıştır. Sonunda pazarlığa girişilmiş, Ceyhan Kazası Kaymakamı Çerkes İbrahim ve Çakaldere köylerinden Hasan Ağaların delâlet ve şefaatleri üzerine kendisinden 3.200 lira alınarak serbest bırakılmıştır.
Hükümet dairesinde Osmanlı memurlarına oturacak yer kalmamıştır. General Brémond önceleri yalnız kontrol vazifesini yapmak için iki odaya yerleşmiş idi. Bugün hükümet dairesi hemen tamamen kendi işgallerinde sayılabilir. Valiye mahsus odalar alınarak vali, idare meclisinin toplandığı salona sürülmüş, vilâyet defterdarı en alt katta sokak kapısının yanında bir odaya atılmış, hukukî işler müdürü mektubî vekâletine getirilen zatın odasına sevk edilmiştir. Böylece hükümet dairesinin büyük kısmı ve tamamen ikinci katı doğrudan doğruya kendileri veyahut kendilerinin ihdas ettikleri memuriyetlerin sahipleri tarafından işgal edilmiştir.
Vilâyette memur kalmamıştır. Birçoğu görülen lüzum üzerine İstanbul’da ait oldukları dairelerce azledilmiş oldukları halde buradan ayrılmalarına müsaade edilmeyen, yine bunların hizmetlerinde tutulan ve kanunen vekâlet maaşı almaları lâzım geldiği halde kendilerine asıl memuriyet maaşlarının iki mislinden fazla maaş verilmekte olan şahıslardır. Mutasarrıf ve kaymakamların büyük kısmı bu sınıfa mensuptur ve içlerinde Osmaniye mutasarrıfı gibi aldığı fazla maaşa karşılık “Fransa idaresini isteriz” diye beyânnâme veren kadirşinaslar (!) da eksik değildir.
Mösyö Brémond’un hoşuna gitmeyip buradan gönderilen adamların yerine tayin edilen bir kısım memurlar da bizde kesinlikle mevcut olmayıp Albay Brémond tarafından ihdas edilen memuriyetlerin sahipleridir. Albay, bu kısma da dünyanın en rezil ve en hamiyetsiz mahluklarını toplamış ve hepsi birbirine bağlı bir casus teşkilatı vücuda getirmiştir. Bunların başında bulunan mülkiye müfettiş-i umumîsi unvanlı Ferid Paşa, benim odamın yanındaki odada oturmakta, vilâyete gelen bütün yazışmaları açıp okumakta, istediklerini alıkoyup istediklerini bize göndermekte, İstanbul’a ve bağlı yerlere yazdığım bütün muhaberatı sansür etmekte ve uygun görmediklerini yırtıp atmaktadır. Diğeri Ferid Paşa’nın akrabası olup bir Ermeni tarafından katledilen Kemal Bey’in yerine bu defa tayin edilen kişidir. Benim buraya ulaşacağım gün hukukî işler odasından çıkarılarak adı geçenin yerine oturtulmuştur. Memuriyet ünvanı özel kalem müdürüdür. Asıl görevi Fransızlar lehine propaganda yapmak, ikinci görevi de her işittiğini Ferid Paşa’ya haber vermektir.
Bağlı idari yerlerin memurlarının vilâyetle hemen hemen irtibat ve münasebetleri kalmamış gibidir. Bunlar oralardaki administratör veya guvernör denilen subaylarla muhabere ederler ve onların emirleri altında iş görürler. Vilâyette ne kadar Osmanlı memuru var ise o kadar da Fransa idare memuru var denilebilir. Halbuki Fransızlar idare işine karışmayacaklar, sadece kontrol edeceklerdi. Bu kontrol bugün işlerin ayrıntılarına kadar müdahale şeklini almıştır.
İşte Adana’nın hali bildirdiğim gibidir. Bu halin devamına tabii ki müsaade edilemez. Ben de başarılı olacağımı ümit etmemekle beraber yavaş yavaş bu idare tarzını değiştirmeye çalışacağım.
Albay Brémond’un Ermeni adıyla yayınladığı bir kitapta Türkler hakkında pek müstehcen tabirler kullanmış olduğunu haber aldım. Kitabı aratıyorum. Bulduğumda bir nüshasını takdim edeceğim.
Arzedilen bu durum Adana için günlük olaylardandır. Türklerin vahşi olduğu düşüncesini yayınladığı kitabında açıkça ortaya koyan bir adam Türk vilâyetlerinden birine administratör olamaz. Bu kişinin buradan gönderilmesi için yardımda bulunmanızı istirham ederim.
17 Ocak 1920
Mektubî Kalemi Müdürü
Servet
BOA. HR.SYS. 2555-4/120

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder