- Şimdi Vakıflar İdaresi, adeta savaş açarak ellerinde tapu bulunan köylülerin arazilerini zorla ele geçirmenin mücadelesini veriyor.
- Zengin insanlar, Ramazanoğlu soyundan geldiklerini belgeleyerek vakıflardan maaş almak istiyor.
- Ramazanoğlu Vakfını kuran Piri Mehmet Paşa’nın kemikleri sızlıyor!
-
Aradan aylar, yıllar geçti. Ulu cami, bir gelin gibi süslendi. Küçük kubbeler arasında uzayan cemaat yeri, mihrap, minber, bir yanda hastahane görevi yapan Darüşşifa, imarethane;..ve diğer tesisler ile bir bütün haline geldi. Ulucami Külliyesi böyle doğdu Adana'da.
Kutsal Kitap, Kuranı Kerim'den alıntı yapılan ayetler süslü yazılarla yerleştirildi, mermer levhalar, kitabeler üzerine. Hepsi de birbirinden anlamlı idi:
-Gerçekten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.
-İnsanlar kitapları açık bir halde geleceklerdir.
-Binasını sağlam bir temel üzerine Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup ta onunla birlikte kendisini de cehennem ateşine çöküp yuvarlayan kimse mi?
Kitabeler arasına yerleştirilmiş şifreli bir söz vardı ki, okuyanları derinden düşündüren. Arapça yazılışı ile "Hayruhu sahha", Türkçe’si ile "Hayrı, her türlü kusurdan arınmış olarak gerçekleşti"...
İnsanlar kavun değil ki, arkasını koklayıp kıymetini bilesin. Kötünün iyiyle içice olduğu insanlar arasında gelişen olaylar ile ancak insanları anlamak mümkündü. Ulu caminin inşaatı esnasında usta başılık yapan Hasan AĞA içinden geçenleri gizledi.
"Bu mermerler ne kadar güzel ve gösterişli, renk renk. Ramazanoğlu bey de ben neyim! Şan şöhret, zenginlik ve de hükümdarlık. Ben neden Adana'nın ismi en çok söylenen zenginleri arasında olmayayım" diyordu, kendi kendine.
Rivayet olunur ki, Hasan Ağa, Ulu caminin inşaatında kullanılan malzemelerden bir kısmını gizli ve aşikare bir taraflara gönderiyor kaybediyordu. Ulu cami inşaatı hızla devam ederken bitirilmesi gerekirken işlerin yavaşlamasına akıl sır ermedi. Daha güneyde Yağ Cami ismiyle de bilinen eski caminin arka kısmında bir cami temelinin hızla yükseldiği öğrenildi. Duvarları merkezi kubbesiyle görkemli, alımlı olduğu kadar farklı bir camiydi. İnşaatın hızla ilerlemesi karşısında Camiyi neden yaptığını soranlara bu camide benim adımı taşısın" diyordu, Hasan Ağa...
Kum, taş, mermer, çalışan insanlar... Bir türlü bitmeyen Ulu cami inşaatı ve hızla yapımı devam eden Hasan Ağa Camisi... Kuşkular arttı. Araştırmalar yapıldı. Öğrenildi ki "Hasan Ağa, Ulu cami inşaatından çaldığı malzemeler ile kendi adına bir cami yaptırıyor". Cami yapımı güzel bir olay ama sadece gösteriş için, zenginliği, şöhreti için cami yapılırsa ne olur.
Piri Mehmet Paşa, olanları duyunca sinirlendi, kızdı. -Bu insanlar neden bu kadar nankör ! dedi .
-Şeriatın kestiği parmak acımaz misalince Hasan Ağa'nın idamına kadar verildi. Başı gövdesinden ayrıldı. Bu acı kaderi görenlerin ağzından dökülen "Haki helake serildi" sözlerini duyanların yüreği titredi.
---
Aradan yüzyıllar geçti. Osmanlı'nın son döneminde Piri Paşanın kurduğu Vakıf arazileri bir bir elden çıktı. Kozan manastırında çalışmalarını sürdüren Ermeni Kilisesi, 10 bin dönümü bulan Tılan mezrası topraklarını ele geçirdi. Misis, Mercin'deki değirmenler harap oldu. Anavarza yakınlarındaki tarlalar, önce Padişah çiftliği arazisine dahil oldu. 1913 yılında Fransa'ya borçlar karşılığı olarak 75 yıl süreyle rehin bırakıldı. Vakıf arazilerinin Yüregir ovasındaki verimli toprakları Ermeni ve Rum zenginlere satıldı, elden çıkarıldı. Osmanlı'nın çöküşü Ulu caminin de bakımsız harap hale gelmesine sebep oldu.
Aradan yüzyıllar geçti. Osmanlı'nın son döneminde Piri Paşanın kurduğu Vakıf arazileri bir bir elden çıktı. Kozan manastırında çalışmalarını sürdüren Ermeni Kilisesi, 10 bin dönümü bulan Tılan mezrası topraklarını ele geçirdi. Misis, Mercin'deki değirmenler harap oldu. Anavarza yakınlarındaki tarlalar, önce Padişah çiftliği arazisine dahil oldu. 1913 yılında Fransa'ya borçlar karşılığı olarak 75 yıl süreyle rehin bırakıldı. Vakıf arazilerinin Yüregir ovasındaki verimli toprakları Ermeni ve Rum zenginlere satıldı, elden çıkarıldı. Osmanlı'nın çöküşü Ulu caminin de bakımsız harap hale gelmesine sebep oldu.
1990'lı yıllar
Adana'nın Karaisalı yöresinde tapu ve kadastro çalışmaları sürüyor. Eldeki mevzuatlara göre taşınır ve taşınmaz malların tapu tespitlerini yapan devletin görevlileri diğer kamu kuruluşlarına da yazılar yazıyor. "Bu bölgede haklarınız var mı?" diye soruyor. Aynı yazının bir örneği de Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne geliyor. Arşiv olarak kullanılan yüzyıllar öncesinin kara kaplı defterleri tozlu raflardan indirilerek sayfaları açılıyor, Arapçaları ve Türkçe karşılığı olan vakfiyeler, sınırları belirlenen akarlar (gelirler) belirleniyor.
"Kuzey sınırı Kamışlı ve Kızıldağ olmak üzere Çakıt ve Körkün ırmakları arasında kalan araziler de dahil" cümlesi çözümleniyor. İki ırmak arası bölgenin bütün arazisi Ramazanoğulları Vakfının görülüyor. Bu husustaki kanun maddesi ne diyordu "Vakıf arazileri ve malları, hiçbir şekilde başka amaçlar için kullanılamaz, Vakfın kendi malıdır".
Vakıf memurları, Karaisalı yöresine geziler düzenlediler. Muhtarlar ile görüşüldü. Çantalar içindeki dosyalardan vakfiye kayıtlarının Türkçe çevirileri okundu. Memur, karşısındaki muhtar ve köylülere açık açık söylüyordu:
" İki ırmak arası bölge vakıfların mülkü olarak gözüküyor. Haklarımızı hukuki yollardan alacağız. Mevzuat böyle"...
Birileri geldi, Adana'ya... İstanbul'dan, Avrupa’dan, dört bir yandan. Elimizde soy ağacımız var. Bakın bakın bizim de kökümüz Ramazanoğlu'na dayanıyor. Malımızı, mümkünse maaşımızı isteriz, diyorlardı.Bunlar arasında tanıdık simalarda vardı. Gazetelerin sosyete sütunlarında eğlence ve kumar alemlerinde boy gösteren İstanbul sosyetesine karışmış olanlar olduğu gibi... Fabrikası, çiftliği, havuzlu lüks evleri içinde zevk-u sefahat içinde yaşayanlarda vardı.
1990'lı yıllarda sürekli olarak Ulu caminin bulunduğu yerde araştırmalar yaptım. Caminin arka bahçesinde yer alan türbedeki bebek mezarının tarihi çinileri önce kırıldı, parçalandı, sonra da yok oldu. Bir cuma günü namaz kılmak için camiye gelenler, ayyaşların, sarhoşların içki şişelerini cami duvarına atarak parçaladıklarını gördüler, amma bir şeyler yapamadılar.
27 Haziran 1998
Bugün Adana'da şiddetli bir deprem oldu. Binlerce ev yıkıldı. Can kaybı yüksek. Birkaç gün sonra elimdeki fotoğraf makinesiyle Ulu camiye geldim. Minare çatlamış, çökmesi an meselesi... Caminin içine girdim. Mihrabı çevreleyen kubbenin kasnaklarına tutunmuş panolar içinde Arapça "ALLAH" yazılı olanın tahtaları bile parçalanmıştı. Kubbeden aşağı doğru sarkan Sabancıların annesi SIDIKA Hanımın hediye ettiği büyük avize bile parçalanmış, bin bir parçaya ayrılmıştı.
Cezmi Yurtsever, Çukurovalı Resmi Tarihe İsyan kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder