10 Ekim 2010 Pazar

BİR EŞKİYA BAŞI’NIN ADANA’YA ‘VALİ’ OLMASI!

         -Osmanlı yönetimi Payas yöresine hakim olan  derebey ve eşkiyabaşı Küçükalioğluna söz geçiremeyeyince onu “Vali yapmaya” karar verdi.
          -Küçükalioğlu Valilik maaşını az buldu. Misis köprüsünü orta yerinden kırdırdı. Ve yolcuları paralı olarak gemiyle taşımayabaşladı.

        
         Merak bu ya... 1830'lu yıllarda İngiltere'den Küçük Asya'ya (Anadolu ) gelen BARTLETT, uzunca bir süre Çukurova ve civarında dolaştı. Yanında görüntü çizim ustası (gravürcü) MURDOCK olduğu halde Misis'e geldi. Tarihi köprünün Adana'ya bakan tarafındaki ayağına yakın bir yere oturdular. Murdock, sehpasını kurdu. Kalemlerini, boyalarını çıkardı. Karşısındaki manzarayı çizmeye başladı. Hemen biraz ilerisinde yere oturmuş arkalarını taşlara vermiş birbirlerine hal hatır soran sohbet eden insanları, az ilerde ırmak kıyısındaki muhafız askerleri ve birbiri peşi sıra köprüye doğru ilerleyenleri çizmeye başladı. Köprünün karşı tarafındaki kalekapısı, kervansaray bütün ihtişamı ile görüntüye yansıdı. Ceyhan nehri zahir o gün boz bulanık akıyordu. Misis kalesi ve ırmak kıyısındaki değirmen de görüntüye  girmişti. Murdock'un çizimine dikkatle bakan gözlerin hemen fark edeceği bir husus vardı ki... Köprü tam orta yerde kırılmış veya çök­müş olmalı idi. Ayaklar arasına tamirat çalışmalarını yansıtan bir durum vardı.  Tabii akla gelen ilk soru: Köprüye ne olmuştu? Çürümeden dolayı bir çökme veya yıkıntı mı yoksa bir başka sebep mi vardı?
         Misis köprüsünün orta yerindeki çatlak veya çöküntü 1830'lu yıllarda­ki bir gravüre böyle yansırken herhalde olayları en iyi bilen yine köprü başındaki palmiye ağacının yanındaki elleri silahlı muhafız askeri olabi­lirdi.
         EŞKİYAYA VEYA DEREBEYE GÖREV VERİRSENİZ
         1750-1850 yılları arasında geçen yüzyılda garip haller olmuştu, Misis köprüsü ve civarında. "Cadde" diye tabir olunan uzun bir kervan yolu geçiyordu Misis'ten... Gülekboğazı, oradan Karaisalı vadileri, Adana, Çaldağı eteklerinden Misis'e ulaşan kervanlar, burada biraz konaklar, "köprüden geçiş vergisi" öder, öylece giderdi hac ve tüccar kervanları... Biraz ilerde Kurtkulağında mola verilir, ondan sonra Payas kalesine ulaşılır, burada konaklanır, sonra Belen geçitlerinden gidilerek Antakya'ya oradan da Halep'e ulaşılırdı. Bahsi geçen kervan yolu Osmanlı'nın Ortadoğu'daki can damarı durumunda idi.
         1750'li yıllarda Gavurdağları eteklerinde güçlenen etrafına kendi adamlarını toplayan Küçük Ali, Misis'ten Payas'a giden kervanlara saldırdı. Ele geçirdiği malları ganimet babında dağlara kaçırdı. Gavur dağları, derin va­diler, ormanlar, uçurumlar, kaleler ile dolu idi. Dağlara saklanan bir eşkıyayı bulmak da çok zor idi. Aslında Küçük Ali, masum görünüşlü köksüz bir eşkiya değildi. Dadaloğlu'nun deyişiyle "Bozok Handan sürer gelir ötesi, Özeroğlu Seyfi Handır atası" övgüleri Küçük Ali'ye söylenmişti. Küçük Ali, aslında kendisini soylu bir Türkmen beyi olarak görüyor, "Özer ili" olarak isimlendirilen Payas civarına sahip olmak istiyordu. Küçük Ali, Gavur dağları eteklerinde eşkiyalık hareketlerine başlamış, dağdan aşağıya doğru bir taş yuvarlamıştı.
         Küçük Ali'nin ölümünden sonra oğlu Halil 1780'li yılların başlarında başına topladığı yüzlerce adamı ile birlikte Payas yöresindeki kervan yolunu basmaya başladı. Osmanlı yönetimi Halil'i kendisini bağlamak baskınları önlemek istedi. Halil'e "Payas beyi", "Kapıcı başı", "Mirliva" unvanları veril­di. Beylik çadırı kurmasına, kürk giymesine, kılıç kuşanmasına izin veril­di. Şanlı şöhretli bir "bey" sayılacaktı, ancak esas görevi "padişahın kapısını bekleyen" sadık bir bende veya "kapıcı başı" olarak kalacaktı. Bir yerde yönetim, Halil'i Payas Sancağı'nın en büyük yöneticisi tıpkı bir vali gibi
 ünvanlara layık görüyordu. Sadece uslansın, kervanları basmasın, topladığı vergilerin bir kısmını kendisine alsın ama önemli bir kısmını Padişaha yol­lasın diye.
         Halil, bir türlü uslanmadı. Halep'ten Payas'a gelen hac kervanını bas­tı. Kadı efendiyi esir aldı. 4.000 kuruş karşılığı fidye alarak serbest bı­raktı. Olaylar sonrası Halil yakalanmadı. Tekmil Çukurova'nın en büyük Vali‘sinin istekleri, padişahın da onaylaması üzerine Halil ile mücadele etmektense yöreden toplanan 6.000 kuruş verginin 2.500 kuruşunu Halil"e bıraka­rak affedilmesi uygun bulundu. Af fermanını Adana Valisi Ali Paşa, Halil'e ulaştırdı, 1781 yılında...Halil, daha daha büyük mertebeye yüceltildi. Ken­disine "PAŞA" unvanı bile verildi.
         "Alışmış kudurmuştan beterdir" derler ya... Halil bir türlü uslanmadı. Yine yol kesip haraç almaya başladı. Koskoca Osmanlı Sadrazamı Halil sorununu kökünden halletmek için 3.000 asker, gelişmiş top ve tüfenkler ile Payas'a geldi. Payas'a bakan Gavur dağlarında zorlu savaşlar oldu. Halil yine yakala­namadı. Osmanlı'nın hac ve tüccar kervanları, Payas'tan öteye İskenderun'a yine geçemiyordu. Karataş sahillerine gelen kervanlar, gemiler ile İskende­run veya Samandağ sahillerine çıkarılıyor, öylece Halep'e doğru yol alıyor­du, 1786 yılında. Arkasından Adana Valisi Yusuf Paşa, Halil üzerine külli­yetli asker ile yürüdü.9000'i aşkın askeri güç Halil'i yine yakalayamadı, Gavur dağlarında.
         Fransız Devriminin yaşandığı 1789 yılında Adana eyaletinin kuzeydoğu kıyısındaki Payas yöresinde Osmanlı yönetimi Halil ile yine baş edemedi.O'nu Padişah III. Selim'in tuğralı fermanı ile 1791 yılında "Mirimiran" unvanıy­la geçmiş suçları affedilerek en güçlü "vali ve bey" yapıldı. Halil için makam, mevki, post, tuğlu çadır, validen daha üstün durumda itibar tamam ama bütün bunlar para etmiyor ki!.. Halil, beyliğinin güney sınırında bulunan Misis'e geldi. Köprüyü kontrolü altına aldı. Köprübaşındaki bac (gümrük) kapısından 25.000 kuruş gibi yüklü bir gelir elde edildiğini öğrendi. Kervan­ların köprü üzerinden geçişine izin verse, alınan vergiler deftere işlene­cek, Adana Valisine vergi verilecek. İyisi mi köprünün orta yeri kırılırsa veya çökmüş olursa gelen geçenden vergi alınamazdı. Gelişmeler de bu yönde oldu. Halil'in adamları köprünün her iki yanına gemi vazifesi gören kayıklar yerleştirdiler. Toplanan paraları da öncelikle Halil'in "cebine" gönderdi­ler.  Ta ki 1830'lu yıllarda İngiltere'den gelen gravür çizim ustası Murdock Misis'e gelip köprünün görüntüsünü belgeleyinceye kadar çatlak veya çö­küntü ayan beyan belli idi.
         Halil'in akibeti ne mi oldu? Yüksek yüksek görevlere gelmesine rağmen bir türlü uslanmadı. Payas iskelesinde bulunan Fransız gemisine saldırdı. Malları yağmaladı, dağlara kaçırdı. Sattı. Ki miktarı da 168.000 kuruşu bu­luyordu. 1803 yılında Mekke'den gelen hacıları yine Payas yakınlarında soy­du. Mallarını rehin aldı. Adana Valisi, 100.000 kuruş fidye ödeyeceğini söy­leyince hac kervanı serbest bırakıldı. Emri hak vaki oldu ve Halil, eşkiyalığı arşı alaya çıkan ünlü Türkmen beyi veya yönetimin emirler emiri 1803 yılında ansızın darıbekaya rıhlet etti (ebedi dünyaya göçtü).Geride Osmanlı Arşi­vinde bir sürü belge ve bay Murdock'un Misis köprüsünün çökmüş halini yansıtan gravür  bırakarak.

2 yorum:

  1. İYİ Kİ VARSINIZ EN AZINDAN SAYENİZDE OKUYARAK NASİPLENİYORUZ...

    YanıtlaSil
  2. İYİ Kİ VARSINIZ EN AZINDAN SAYENİZDE OKUYARAK NASİPLENİYORUZ...

    YanıtlaSil