9 Ekim 2010 Cumartesi

BESİM ALEYBEYOĞLU’NDEN GERİYE KALAN …

Milli mücadele yıllarında insanlar neler yapmadılar ki…Vatanı uğrunda şehit veya gazi olmayı tercih edenler kuvayi milliye saflarında mücadele ederken işbirlikçiler elde edecekleri çıkarları ve parayı düşünerek o yönde çalışma yürüttüler.
    Yolunuz Adana Ulucami’ye düşerse  camiyi yaptıran Halil Bey ve torunlarının bulunduğu küçük odanın duvarında asılı duran iki adet bayrak vardır. Üzerinde Kur’an’dan alınma  ayetler yazılıdır: “La ileha illallah Muhammeden resulullah”…  O bayrakların neden duvarda asılı bulunduğunu öğrenmek için tarihin derinliklerine uzanmak gerekir.  Osmanlı padişahın savaş ilan ettiğinde Adana Valisine de ferman gelir. Adana halkının Vali, Sancak beyleri ve alaybeyi başkanlığında silahlı ve sancaklı (bayraklı) olarak orduya katılmaları istenir. Savaş Avrupa içlerinde ise adı geçen yöneticiler ve çeriler (askerler) yaya veya atlı olarak görevlerini yapar.
    Adana şehir merkezinde Taşköprü başında ve Seyhan nehri kıyısında Tepebağ semtini çevrelen alanda  Adana kalesinin sur duvarları bulunurdu.  Abidinpaşa caddesinin hemen giriş kısmında da iç kale vardı. Adana şehrinin korunması Alaybeyinin emrinde idi. Adana’ya çok sayıda alaybeyi rütbesinde kumandan geldi gitti. Ama Alaybeyi sülale ismini taşıyın bir aile vardı ki o ve torunları Adana’ya yerleştiler. Bayrağa saygıyı da nesilden nesile aktardılar. Bayrak ve vatan uğruna ölümüne mücadele etme ruhunu canlı tuttular. Adanalı aleybeyoğullarından  Hüsnü Bey oğlu Besim 1900 yılında doğmuştu. İlkokulu Adana’da bitirdi. Sonra Fransız misyoner okuluna gitti. Fransızcasını ilerletti. 14 yaşının içine geldiğinde Osmanlı I. Dünya savaşının içine girmişti. 1914 yılı sonrası ve 1915 yılı mart ve nisan ayından sonra Çanakkale cephesinde saldırgan düşman güçlere karşı dünya tarihinin tanık olduğu savunma savaşı sürüyordu.   Osmanlı ülkesinde de seferberlik ilan edilmiş, 16 ila 40 yaş arasında olanlar askere çağrılmıştı. Besim, hiç düşünmedi, ana yaşını 2 yaş küçülttü. Kendisi gibi lise çağında ve hayatının baharında arkadaşları ile birlikte cepheye koştu.  Kimlik cüzdanında “Besim Alaybeyoğlu” yazıyordu.  Savaş ortamında mücadele sürdü gitti. Fransızların 1918 yılı sonlarında Çukurovayı işgali sırasında Ceyhan’da idi. İşgal ortamında yaşanacakları çok iyi biliyordu. Fransız bayrağının dalgalandığı binaya Türk bayrağı asarak duygularını göstermişti. Ama bu durum şikayet konusu olduğundan hakkında soruşturma açılmıştı. Adana’da barınamayacağını anladı. Niğde’ye geçti. Kuvayı milliye teşkilatlanmasının ilk kurucuları arasında yer aldı.  Sinan Tekelioğlu, 1919 yılı aralık ayında ve sonrası mart 1920 içinde Karaisalı topraklarına geçtiğinde yanında müfreze kumandanı olarak Besim Alaybeyoğlu vardı.  O günlerde Çukurova Fransız işgalinde idi. Besim bey de çok iyi Fransızca biliyordu.  Sinan Paşa’nın 1 Nisan 1920 tarihinde Karaisalı’ya girişinde atının üzerinde alnı dik olarak gururla yürüyenlerin önünde Besim bey de vardı.
    Kuvayı milliye Karaisalı’da teşkilatlanırken Besim Bey, kendi kurduğu müfrezesine “Albayrak” adını verdi. Türk bayrağını yüceltmek uğruna vatan mücadelesi  vermek için.
Kuvvacıların Belemedik tren istasyonu baskınında elinde tabancası ile hastanede görevli Madam Menil’in saklandığı odaya kadar girmiş Fransızca “Teslim ol” diye bağırmıştı. Kısa sürede de teslim almıştı Madam Menil’i.
     Pozantı’daki Fransız kumandan binbaşı Menil’in 25 mayıs günü kuvvetleri ile uzaklaşması Tekir üzerinden Karboğazına gelmesi olayını geriden adım adım izliyordu. 28 nisan günü Gülekli 44 köylünün kahramanca savaşarak teslim aldığı Menil taburunun yanına ilk giden ve onlarla Fransızca konuşan kağıt üzerine teslim şartlarını yazan Besim Bey idi.
    Besim Bey, Karaisalı yöresindeki mücadelenin içinde görevini yaptı. Sonra Batı cephesine gitti. Büyük taarruza da katıldı. Savaş ortamında düşmanın attığı kurşun ve bomba parçaları ile başından ve omzundan yaralandı. Sakat düşmüştü. Birinci derecede malül ve gazi olarak maaşa bağlandı.  Hayatının son yıllarında şuurunu da kaybetmişti. Bakırköy Akıl hastanesine kaldırdılar. Mazhar Osman onu tedavi etti. Ve 1957 yılında vefat etti(1). O’nun hayat hikayesi Türk bayrağını yüceltme uğruna verilen mücadele ile geçmişti. Ve görevini de öylece yapmıştı.
Atalarından devraldığı “Alaybeyzade” sülale isminin manasını  yüreğinin derinliklerinde hissederek  yaşamıştı.  Çocuklarına sadece bir istiklal madalyası bırakmıştı.
    Tarihin sayfaları arasında aynı şartlarda farklı amaçlar uğruna mücadele edenlerin görüntüleri de vardı.  Fransız işgali başladığında Adana şehir merkezinde eşraftan isim yapmış saygı duyulan ve zengin insanlar Kuvayı milliyeye Yardım Cemiyeti kurmuşlardı. Ve  Başkanlığını da  Ramazanoğullarından Subhi paşa yapıyordu.  5 ocak 1922 günü düşman işgali sona ermişti Adana’da. O gün Türk bayrağı Adanalıların elleri üzerinde dolaştırılmış Büyüksaat ile Ulucami arasındaki halata bağlanarak gökyüzünde dalgalanması sağlanmıştı.
Aynı günlerde Adana’nın dar bir sokağında bir bina içinde şiddetli bir tartışma vardı. Kuvayı milliyeye yardım Cemiyetinden Hacı Derviş Ağa ailesinden Küçük Mustafa “Savaş bitti. Halktan toplanan paraları sayalım ve devlete teslim edelim” diyordu. O’nun bu teklifini dinleyen ve “Aceleye gerek yok nasıl olsa teslim edeceğiz” diyenler bıyık altından da “Senin defterini düreriz” dediler.  Sonraki bir günde Taşköprü ve Lise’nin kaldırımında bir gece vakti yürüyen Küçük Mustafa’nın yanına yaklaşan uzun boylu bir kişi “Küçük Mustafa sen misin?” sorusunu sorması ile birlikte elindeki bıçağı Mustafa’nın göğsüne saplaması bir oldu. Mustafa yere düştü. Saldırgan kaçtı. Mustafa yaralı bir halde yakındaki konağa taşındı. Bir salonda karnına kolonyalı pamuk yerleştirildi. Çok geçmedi ve öldü. Olayın görgü tanığı henüz 5/6 yaşları içindeki Mahmure adındaki küçük kız çocuğu idi.    Yaşanan olay  savaş sonrası toprak almak isteyen bir köylünün zorbalar tarafından Yüreğirin bir köyünde  öldürüldüğü haberi de yayıldı. Savaş sonrası geride kalan sahipsiz çiftlikler, tarlalar, fabrikalar vardı. Aslında bir çıkar çetesi kurulmuştu. Ve onlar karşı gelenleri ortadan kaldırıyordu. Savaş günlerinde halktan toplanan paraları bile üzerlerine geçirdiler. Sonra da “Hazine” ile anlaştılar. Çok ucuz fiata veya kredi desteği ile yok fiata geniş arazileri ellerine geçirdiler. Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin geçtiği can biter verimli arazileri aldılar. Onlar zengin oldular(2).  Ama tarihin gündeminde hiçbirisi “Alaybeyzade Besim”in Türk bayrağının istiklal marşı söylenirken göndere çekilmesindeki mutluluğu hissedemediler.
1.Yusuf Delikoca, Kuvayı Milliye, s. 262-263
2.Cezmi Yurtsever, Çukurovalı, Adana-2004,s.303-305

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder